İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

9 Kasım 2016 Çarşamba

1922, Bursa: Küçük hanımlar, küçük beyler,


Küçük hanımlar, küçük beyler... 
Sizler hepiniz, geleceğin bir gülü, yıldızı, bir bahtının aydınlığısınız. 
Memleketi asıl aydınlığa gark edecek sizsiniz. 

Kendinizin ne kadar önemli, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. 
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; 
kızlar, çocuklar!

M.K.A.

7 Kasım 2016 Pazartesi

1915, ertuğrul ve nusret'in hikayesi

Çanakkale Savaşı'nda işgal güçlerinin sadece denizden ve karadan değil, gökyüzünden de saldıracağını çok iyi biliyorduk. Ne de olsa tarihte ilk uçak saldırısına uğrayan bizdik! 1912 yılında, Trablusgarp'ta, İtalyan uçakların gökyüzünden üstümüze nasıl da ölüm yağdırdığını unutmuş değildik. Hal böyle olunca, tarihte ilk uçaksavarı kullanan da bizdik.. Haklısınız, o yıllarda "uçaksavar" diye bir silah yoktu elbette.. Masallardaki dev kuşlar gibi başımıza ateş yağdıran uçakları savmak için kullandıklarımız, ellerimizdeki tabanca ve tüfeklerdi.
Nusret, bir gece Çanakkale sularına bıraktığı mayınlarla İstanbul'a açılan kapıya kilit asan, savaşın seyrinde başarısı çok önemli olan bir gemidir.. Ama ben, yıllarca düşündüm, durdum: Bu işgal güçleri suda mayın olduğunu düşünemediler mi? Yıllar geçtikçe "yedi düvel"in böylesine basit bir hatayı yapmayacağına dair olan inancım güçlendi. 18 Mart öncesi, anlamı "korkusuz" olan işgal güçlerinin savaş gemileri "dretnot"ların güvertelerinden Çanakkale Boğazı'na bakan amiraller, bırakın amiralleri onbaşılar dahi suda mayın olduğunu mutlaka biliyorlardı. Öyleyse Nusret'ın başarısında anlatılmayan, tarihin karanlık bir köşesinde unutulan eksik bilgi neydi?
Savaş hazırlıklarında, İstanbul'dan Kahire'ye gitmek üzere havalanan ama Edremit'te düşen Salim Bey'in uçağının enkazı da İstanbul'a getirilir. Enkaz dediysek, izlediğiniz filmlerle bilinçaltınıza yerleşen görüntüler gelmesin gözünüzün önüne.. Havacılık tarihindeki ilk uçak örnekleri düşünce bugünkü gibi infilak etmiyor, yapıldıkları malzemelerden dolayı adeta uçurtma gibi kırılıyorlardı.
İşte, bu uçağın pilotu olarak görevlendirilen Cemal Bey, Enver Paşa'nın Harbiye Nezareti'ndeki makam odasından içeri girdiğinde selamı çakar.. Enver Paşa, yanındaki Alman subayı göstererek: "Bu genç, müttefiğimiz Almanya'nın en iyi savaş pilotu Dr. Von Baumers'tir. Bize geldi... Uçağınızı yanınıza alarak hemen Çanakkale'ye gideceksiniz. Sen rasıt olarak görev yapacaksın."
Cemal Bey rasıt değil, pilot olduğunu, Alman pilota rasıt arkadaşlardan birinin eşlik etmesinin daha faydalı olacağını söylese de, son söz Enver Paşa'nındır: "Alman havacı senin uçuşunu beğendi. Beraber uçmanızı istedi."

Cemal Bey, tüm bu zorluklarda yanında olan "Mehmet"in gerçek kimliğini de şöyle açıklar: "Bakın o zaman yanımda bir makinist vardı: Vahran.. Ermeniydi bu çocuk. Usta bir montördü hani. Vahran'ın adını Mehmet yapmıştık."
Alman pilotun şekli şemalini ve Çanakkale yolculuğunu Fikret Arıt'ın "Türk Havacılık Hikayeleri" kitabının sararmış sayfalarından okuyoruz: "Kırmızı yüzlü, sarı saçlı, yirmi beş yaşlarında, cana yakın bir gençti. Yol boyunca Türk pilotuyla yakın dostluk kurdu. Konuşa gülüşe Çanakkale'yi buldular. Ünlü bir Alman havacının Çanakkale'ye gönderilmesi, Çanakkale müstahkem mevki komutanı Cevat Paşa'yı çok sevindirmişti. Von Baumers'e iltifat etti. Mükemmel döşenmiş bir eve yerleştirildi. Emrine bir otomobil verdi."
Uçuşlarıyla nam salmış Dr. von Baumers, uçağı hazırlayanların Cemal Bey ve makinist olduğunu, ilk uçuşu onların yapmasını isteyince, Cemal Bey pilot, makinist ise rasıt olarak ilk uçuşu gerçekleştirirler. İkinci uçuşta ise Alman pilot "Bu Fransız uçağı. Ben Fransız uçaklarına alışık değilim" diyerek uçağı Cemal Bey'e kullanmasını ister ve kendisi arkaya rasıt olarak oturur. Bu uçuştan sonra da Alman pilot hastalanır. Diğer uçuşlarda Cemal Bey pilot koltuğunda ve "Mehmet" diye seslendiği makinist ise rasıt koltuğundadır..
Bir akşam yemeğinde Alman pilot Cemal Bey'e ne kadar maaş aldığını sorar.. "6 lira" yanıtından sonra da uçuş priminin kaç lira olduğunu öğrenmek ister. Cemal Bey böyle bir prim almadıklarını söylerken, Alman subay saat başı para aldığını ve bunu kendisiyle bölüşmek istediğini belirtir. Cemal Bey'in sesi kararlıdır: "Türkler'de böyle bir adet yoktur. Biz kimseden para almayız."
Cemal Bey ve rasıt "Mehmet", uçuşlarında, tarihin seyrini değiştirecek bir keşfe imza atarlar: Çanakkale Boğazı'na bıraktığımız mayınlar temizlenmiş, İstanbul'a giden yol açılmıştı!.. Hayat Tarih Mecmuası'nın "Ocak 1969" tarihli sayısında Cemal Bey şunları anlatır: "Boğaz mayınlanmıştı. Biz de düşmanın mayınları toplayıp toplamadığını keşfedecektik. Birkaç defa uçtuk, baktık ki mayınlar toplanmış. Durumu hemen kumandanlığa bildirdik. Bir gün sonra, 4 Mart'ta Nusret gemisi boğazı tekrar mayınladı. Bir gün sonra da İtilaf Devletleri'nin dev zırhlıları mayınları temizlediklerini sanarak boğaza saldırdılar.Ve ağır kayıplar aldılar."
Soyadı kanunuyla "Durusoy" soyadını alacak olan Cemal Bey, tarihleri yanlış anımsıyor olsa da, Çanakkale Savaşı'nda yıllardır sorduğum sorunun yanıtını veriyor: Nusret'in suya mayın bıraktığı gecenin öncesinde, savaşın kaderini değiştirecek çok önemli bir uçuş vardır. O da, Cemal Bey'in yoldaşı "Mehmet" ile gerçekleştirdikleri uçuştur. Hem de, düşüp onarılmış bir uçakla!
18 mart günü, işgal güçlerinin donanmasını boğazdan geçirmekle görevli, kendisine mayınların temizlendiği yönünde bilgi verilen Fransız Amiral Emile Paul Amable Guepratte'ı yanıltan işte bu uçuştur..
Nusret'in başarısını ne kadar övsek, göklere çıkarsak azdır.. Ama bunu yaparken, en az onun kadar önemli bir görevi göklerde yerine getiren uçağımızı unuttuk, ne yazık ki!
O uçağın adı "Ertuğrul"dur.. Japonya'dan dönerken fırtınada batan ve 500'ü aşkın denizcimizin şehit olduğu geminin adıdır Ertuğrul.. Ve 2015, Çanakkale savaşının 100. yılıysa, Ertuğrul'un batışının da 125. yılıdır.. Çok uzaklarda, okyanusta batan Ertuğrul, bu faciadan 25 yıl sonra Çanakkale'ye bir uçak olarak dönecektir!
Ve bir gün, Çanakkale'ye Alman pilot Baumers'in tutuklanmasını emreden bir telgraf gelir! Kendini Alman pilot olarak tanıtan genç adam, Baumers'in evraklarını çalarak onun yerine geçen şoförüdür aslında!
Ertuğrul uçağının yolculuğunda Cemal Bey, tüm bu zorluklarda yanında olan "Mehmet"in gerçek kimliğini de şöyle açıklar."Bakın o zaman yanımda bir makinist vardı: Vahran.. Ermeni'ydi bu çocuk. Usta bir montördü hani. Vahran'ın adını Mehmet yapmıştık."Ertuğrul uçağını İstanbul'da onaran, söküp gemiye yükleyen, Çanakkale'de tekrar monte eden ve Yüzbaşı Cemal Bey ile birlikte ölümü göze alarak, yüreğinde vatan sevgisiyle uçan montör Mehmet, bir Ermeni olan Vahran'dan başkası değildir.
Ertuğrul uçağını yıllardır tek kişilik sahne oyunumda ve televizyon programlarında anlattım. 2013 yılında çıkan "Geyikli Park" adlı kitabımda da yazdım. Çanakkale Savaşı'nın 100. yılı nedeniyle uzun yıllardır araştırdığım ve günışığına çıkardığım, geniş kitlelerce bilinmesini sağladığım bu konunun adımın anılmadan kimi dergilerde, yazılarda kaleme alındığını görüyor, okuyorum.. Bu tür yazılarda ve anlatılarda Vahran Bey'in adı geçmemektedir. Bırakın adını "Mehmet" yapmayı, kendisini tamamıyla öyküden çıkarmış bulunuyoruz!
Oysa, Nusret gemisine hak ettiği değeri vermemiz gibi, neden Ertuğrul'un bir maketini yapıp yanında Cemal Bey ve Vahran Bey'in heykelleriyle birlikte Çanakkale'ye koymuyoruz? Ve neden, bu anıtın altına da şunu yazmıyoruz: "1915 yılında, Çanakkale'de, bir Türk olan Cemal ile Ermeni Vahran beyler, işgale karşı vatan savunmasında aynı uçakta ve aynı kalpteydiler.."

SUNAY AKIN

6 Kasım 2016 Pazar

Çaresizsen Çare-Sensin

- 7 yaşındayken babasını kaybetti ve yetim kaldı. Yalnız ve içine kapanık biri olarak yaşamaya, oradan oraya sürüklenmeye başladı. 
- 8 yaşında okuldan alındı ve köyde yaşadı. Zamanını tarlalarda kargaları kovalamakla geçirdi. 
- 10 yaşında yüzü kanlar içinde kalacak şekilde, yeni okulundaki hocasından dayak yedi. Ailesi onu okuldan aldı. Sinirden ve korkudan üç gün evinden çıkamadı. 
- 17 yaşında hayalindeki okulun istediği bölümü için gerekli not ortalamasını tutturamadı. 
- 24 yaşında tutuklandı, günlerce sorguya çekildi ve 2 ay tek başına bir hücrede hapis yattı. 
- 25 yaşında sürgüne gönderildi. 
- 27 yaşında kendisinden bir yaş büyük meslektaşı kendisinin de üyesi bulunduğu derneğin çalışmaları ile kahraman ilan edilirken, kendisi hiç önemsenmiyordu. Doğduğu şehrin merkezinde rakibi törenlerle karşılanırken, o kalabalık arasında yalnız başına olanları izliyordu. 
- 30 yaşında kendisi başka şehirleri düşman elinden kurtarmaya çalışırken, doğduğu şehir düşmanların eline geçti. 
- 30 yaşında amiri, onu kendisinden uzaklaştırmak için başka göreve atanmasını sağladı. Yeni görevinde fiilen işsiz bırakıldı. Aylarca boş kaldı. 
- 37 yaşında böbrek rahatsızlığından Viyana'da 2 ay hasta ve yalnız halde yattı. 
- 37 yaşında komutan olarak yeni atandığı ordu, dağıtıldı. 
- 38 yaşında Savunma Bakanı tarafından görevinden atıldı. 
- 38 yaşında bir toplantıda giyebileceği bir tek sivil elbisesi bile yoktu ve başkasından bir redingot ödünç aldı. Ayrıca cebinde sadece 80 lirası vardı. 
- 38 yaşında kendisi için tutuklama kararı çıkartıldı. 
- 38 yaşında en yakın beş arkadaşından üçü, onun Kongre temsil heyetine üye olmaması için oy kullandı. 
- 39 yaşında idam cezasına çarptırıldı. 


Sonra Ne mi Oldu? 

42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu! Okuduğunuz öykü efsanevi lider Mustafa Kemal Atatürk'e aittir. Şimdi düşünün, sizin başarılı olmanızı engelleyen ama Atatürk'ün karşısına çıkmamış bir engel var mı? 

2 Kasım 2016 Çarşamba

1934, Milli Eğitim Bakanı

Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin Özmen’dir. Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır. Bakanın gür sesi:
-“Giriniz!” Atatürk’ün Yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. Hoşbeşten sonra Yaver, Bakan Abidin Özmen’e bir zarf uzatır. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk’ten gelen bir mektuptur bu:
-“Bay Abidin Özmen Milli Eğitim Bakanı...” Abidin Özmen zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur:
-“Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz, bir liseye parasız yatılı olarak kaydını yaptırıp...” Bu, Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan Abidin Özmen, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:
-“Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukları Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz” der. Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin Özmen de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey’le Atatürk’e yollar. Mektubun içeriği şöyle:
“Muhterem Atatürk, Yaver bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğun da emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum...”
Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek:
-“Bak” demiş, “Senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı”
diyerek olayı anlatmış. İnönü, Bakan’ı adına özür dilemiş. Atatürk:
-“Yok” demiş “Özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse...”
Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan Bakanın yeğeni yüksek mimar H.Rahmi ÖZMEN 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay’a iletir. O da 15.09.1985 te gazetesinde yayımlar