İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

29 Ekim 2010 Cuma

Konya Kız Öğretmen Okulu: 1925-2010*

85 yıl önce bir Ekim gününde Gazi yine bir yurt gezisinde.

17 Ekim 1925 günü Afyon’dan Konya’ya bir trenle geleceği haberi geliyor.

Konya İstasyonunda İkinci Ordu Müfettişi Fahrettin Altay, Kolordu Komutanı Naci Eldeniz Paşalar ve askeri ve sivil erkan ve Konya’daki hemen hemen bütün okulların öğrenci temsilcileri, Konya esnaf birlik yöneticileri ve binlerce Konyalı karşılıyor.
Gazi Mustafa Kemal Paşa; Konya istasyonundan sağına Bağdat Demiryolları inşaatında çalışan mühendisler için yapılmış ve spor tesislerine savaşların bile uğramadığı bir otelin yanından geçerek Konyalılarla buluşuyor.

Kurtuluş Savaşı’nda Ankara’nın yabancı ülke temsilcilerine çay-kahve ikramlarında bu otelin çatal bıçak takımlarının kullanıldığı düşünülürse savaş içindeki bir ülkenin tam ortasında bu oteldeki sefayı da insan sorgulamadan edemiyor.
Ne ilginç tesadüftür ki 1955 yılında şimdi adı Anadolu Liseleri olan ve benim de iftihar ederek okuduğum ama garip bir tarzda YABANCI DİLDE ÖĞRETİM yapan MAARİF KOLEJİ isimli 6 okuldan birisi bu binada açılıyor.
Bu binanın bir sonraki kullanıcısı da 1960lı yıllarda bir HALK HOLDİNG denemesini yapan Milli Türk Talebe Birliği ve CHP Gençlik Kolları eski Genel Başkanı Dr.Suphi Baykam ın HASTAŞ Koleji nden başkası değil.
Büyük sevgi gösterileriyle yoluna devam eden Gazi nin karşısında Ziraat Abidesi vardır.
Ziraat Abidesi nin mimarı onun hayatında bir dönüm noktası olan Hareket Ordusu’nun bastırdığı 31 Mart İsyanı şehitleri için yapılmış Abide- i Hürriyet eserinin de mimarı Mimar Muzaffer dir.

Ölümünden 5 yıl sonra Gazi Mustafa Kemal’in ilk anıtı olan Topkapı Sarayı ve Gülhane Parkı’nı arkasına alıp Anadolu’ya bakan Avusturyalı heykel traş Krippel ‘in Konya için yaptığı anıtı bu Ziraat Abidesi ‘ne eklenecektir.

Ne kadar da şimdi adı bir dershane sokağından ibaret kalsa da 40 yıllık ömrüne Konya’da Erkek Öğretmen Okulu olarak yapılmış ama sonradan Konya Lisesi olarak kullanılan binayı ve bu yazının konusu olan okul olan Konya Kız Öğretmen Okulu'nu felçli halde olmasına rağmen sığdırmıştır.
Bu dersaneler sokağına gidip gelirken onu fark etmediğim gibi 5 yıl boyunca Atatürk anıtında ben onu öğrenmemiştim.
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Konya Şubesi kurucusu olan okulumun bağışcısı Mümtaz Koru’yu öğrenmediğim gibi.
Bilmiyordum. Tıpkı Konya’daki milyonlar gibi.

Soner Yalçın'ın kitaplarından öğrendiğim Konya'daki hava şehitleri gibi.

“Pilotlar aralıksız büyük bir azimle çalışırken, Konya'da bir gerici ayaklanmayla karşı karşıya gelindi. İngilizler ve Saray'la işbirliği içinde olan Zeynelabidin ve kardeşleri, Konya'daki Delibaş Mehmet ve 500 adamını ulusal güçlere karşı kışkırttı.

Ulusal savaşta ilk şehit pilot, Konya'daki bu gerici ayaklanma sırasında verildi. Birinci Dünya Savaşı'ndabir kurşun yarası bile almayan Pilot Üsteğmen İbrahim Ethem, Konya istasyonunu savunurken 3 Ekim 1920'de gericiler tarafından şehit edildi.

Pilotlar gericilere karşı tayyarelerini korurken ellerinde silahları bile yoktu.”

90 yıl önce yine bu günlerdeki gibi bir Ekim günü tıpkı cahillerin saldırısıyla ölen Müderris Sivaslı Ali Kemali beyi de bilmiyordum.

Oysa sık sık geçerdik ailecek Tıp Fakültesi’ne Meram Yeni Yol’dan giderken onun isminin verildiği caddeden.
Nerden bilirdi 90 yıl önce Milli Mücadeleye isyan edenlere kefil olarak Konya’dan Ankara’ya Gazi Mustafa Kemal’in çektiği telgrafla affedilenlerce kısa bir süre sonra Hava şehitlerimiz gibi benzer bir sona uğrayacağını.
Sokakta çarşaflı kırmızı çoraplı gördüğü kadın ile ilgili artık Müslümanlık kaldı mı diye soran kişiye KIRMIZI ÇORAPLA GİDECEK MÜSLÜMANLIĞIN diyerek cevap vermesi yada, Gramofondan ezan okunur mu tartışmalarına günümüze bile örnek olacak şekilde SİZ GRAMOFONA SENİ NASIL KAYDEDİYORLAR ONU TARTIŞIN dediğini nerden bilebilirdim Konya’nın en başarılı liselerinde okurken

İşte böyle bir şehre, Tam 85 yıl önce Gazi Mustafa Kemal’in 7. Kez gelişini anlatıyorum sizlere.
İlk gelişinden kısa bir süre Konya isyanı olmuş ve din konusunda fikirlerine ehemmiyet verdiği Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanı Müderris Sivaslı Ali Kemali bey gibi onlarca kişi şehit olmuştu.
Günümüzde Atatürk Müzesi olarak kullanılmasına rağmen Milli Mücadele’de Konya namına elle tutulur hiçbir şeyin olmadığı binada dinlendikten sonra Gazi Mustafa Kemal
Önce Belediye binasını ziyaret etmiş.

8 yıl sonra Konya’da bu meydanda kutlanmış Cumhuriyet’in 10.yılı, ve “KONYA HALKI ONUNCU CUMHURİYET BAYRAMINI CANDAN COŞKUNLUKLA BU ALANDA KUTLADI 29-10-1933 “ yazılı bir hatıra anıt konulmuş.

Anıtın yerinde şimdi yeller esiyor, nerede olduğu bilinmiyor Ankara’daki HACETTEPE PARKI’nın ünlü SU PERİSİ heykelinin akıbeti gibi.

Sağ sırada en yakın bina Muallimler Birliği, yanında Gazi Mustafa Kemal İlkokulu.
Gazi Mustafa Kemal sırasıyla Türk Ocağı ve Muallimler Birliği ni ziyaret etmiş.
Birlik salonunda Kız Öğretmen Okulu Öğretmeni Sabriye Hanımın heyecanlı konuşmasını dinledikten sonra aşağıdaki konuşmayı yapmış.

“Muhterem Bey ve Hanımefendiler
Evvela müsaade buyurunuz. Muallim Hanımefendiye sureti mahsusade teşekkür edeyim.Beni buraya davetlerinden Memleket ve millet hizmetlerinde öncü olmak isteyenlerin ilham menbaı, milletin hakiki hissiyat ve emelleridir.Bizim zikre şayan bir hareketimiz varsa,o da milletin hissiyat ve temayülatında varlığına temas etmeğe çalışmaktan ibarettir.Her türlü muvaffakiyet sırrının her nevi kuvvetin,kudretin hakiki kaynağının milletin kendisi olduğuna kanaatimiz tamdır.
Şimdiye kadar bu hareket tarzında asla aldanmadık.Bundan sonra da aynı surette harekete devam edeceğimize şüphe yoktur.
Muhterem arkadaşlar , yürümekte olduğumuz yenilik,tekamül ve medeniyet yolunda sizlerden mürekkep bir Türk ordusuna istinat ettikçe behemal muvaffak olacağımıza imanım katidir.Şimdiye kadar olduğu gibi birbirimize istinat ederek ve hep beraber milletin iradesine dayanarak yürümekte devam edeceğiz.Milletimizin kat’ına mecbur olduğu merhalelere ulaşılacak en nurlu hedeflere varılacaktır.Onun için birbirimize vereceğimiz işaret
İleri ! İleri ! Daima İleridir !

Gazi Mustafa Kemal bu konuşmayı yaptığı günün ertesinde Mimar Muzaffer’in eseri Konya Kız Öğretmen Okulu na gelmiş. Okul avlusunda kızların tenis oyununu on dakika kadar seyretmiş,daha sonra okul salonuna geçmiş. Konya Lisesi ve Konya Kız Öğretmen Okulu öğrencilerinin gösterilerinden sonra okul müdürü Saadet hanımın konuşmasından sonra aşağıdaki konuşmayı yapmış:

"Hanımlar,Efendiler
Bu dakikada dinlediğim,coşkun duygularla dolu sözleri çok samimi,çok semavi buldum.Teşekkürler ederim.Kız Muallim Mektebi,Kız Orta Mektebi,Erkek Lise ve Erkek Muallim Mektebi tarafından birlikte tertip olunan bu müsamerede bulunmaktan pek ziyade mesut ve müstefid oldum.
Müdürler,muallimler,talebeler!Memnuniyetle görüyorum ki,çok güzel çalışıyorsunuz.Girdiğim her yerde bütün milletin aynı suretle çalıştığına şahit oldum.Millet aynı noktaya aynı tarzda seri,azimkar adımlarla yürümektedir.Bu müşahedede bulunanlar elbette hükmeder ki ,Türk milleti programını katiyetle tespit etmiştir.Bu programda kat’i hedefe ulaşan yollar açık ve muayyendir.Bütün millet elele vererek programını tatbik etmektedir.Bizim programımız yoktur,diyenlere söylemeliyim ki,bizim programımızı bütün tafsilatıyla laflardan mürekkep yazılarda arayanlar bu araştırmalardan memnun,mutmain olmayabilirler.Filhakika bizim programımızın ihtiva ettiği gayeler bakkal kağıtları üzerindeki tespit olunmuş programlardan büsbütün başkadır,yüksektir.Bizim programımızın olup olmadığında mütereddit bulunanlara onun tatbikat neticeleri olan fiiller ve eserlere dikkatle bakmalarını tavsiye ederim.Her geçecek gün milletin ortaklaşa çalışmasının yeni ,hayırlı mahsülleri ve eserleriyle tetevvüç edecektir.Neticeler programımızın açık teyidi olacaktır.Kudretsiz dimağlar,zayıf nazarlar hakikati suhuletle göremezler.O gibiler büyük Türk milletinin yüksek seviyesine nazaran geri adamlardır.Fakat zaman bütün hakikatleri en geri olanlara dahi anlatacaktır. Arkadaşlar,ilim ve irfan heyetisiniz.Huzurunuzda bulunmaktan istifade ederek bir noktaya dikkat ve gayretinizi celbedeceğim:
Milletimizi vehmiyattan nefsini kurtamaya muktedir hale getirmeye çok çalışalım.
Bu konuşmayı yaptıktan bir gün sonra 20 Ekim 1925de Konya’ya veda ederken Babalık Gazetesi’ne muhabirine Konya ve Konyalılar hakkındaki düşüncelerini aşağıdaki gibi iletiyor:
“Konya’da bu defadaki ziyaretimde on ay evvelkine nazaran pek çok ilerlemiş eserler gördüğümü kemal-i memnuniyetle beyan ederim.Yapılan ve başlanılan imar teşebbüsleriyle Konya’nın pek yakın zamanda bütün manasıyla medeni bir şehir ,gıpta edilecek bir Türk mamuresi olacağına itimadım kuvvetlidir.
Çalışkan ve uyanık Konyalıların bilhassa medeni giyimin kullanımında gösterdikleri istek ve hassasiyet ayrıca kayda değerdir.
Konya gençliğinde ve mekteplerde gördüğüm hayat eseri ve faaliyetleri takdir ediyorum.
Konya’ya geldiğimde ve dört günlük ikametim esnasında muhterem Konyalıların ve mümessillerinin büyük bir heyecanla şahidi olduğum samimi tezahüratından, gösterdikleri yürekten gelen samimiyetten pek mütehasis oldum."

İşte böyle etkileyici bir buluşma sağlayan Konya Kız Öğretmen Okulu
Konya’da kız öğrencilerin en yüksek dereceli gittikleri Konya İnas Rüştiye Mektebi’nin ardından kuruldu.1913’de Tedrisat-ı İptidaiyye Kanun-u Muvakkati ile iptidai mektepler; rüştiye kısımlarını da sağlayacak şekilde 6 yıllık okullar haline getirilince bu okulda bir süre sonra kapanmıştı. Yetkin kadın öğretmenler yetiştirmek amacıyla 1913’de Meclis-i Umumi görüşmelerinde tartışılmıştı. Ama okulun açılması 1915yılına sarktı. İlk bina olarak Mevlana Türbesi yakınında Hacı Fasihzade Memduh evinde kurulan okul ardından Halim Çelebi konağına, sonrasında da Botsalı’nın evinde eğitime devam etti. 1924 yılında da Mimar Muzaffer’in eseri olan şu anda Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü olarak kullanılan binaya taşındı. Binanın tamamlanmasını göremeyen Mimar Muzaffer’in eserini Konya Postane binasının da Mimarı Falih Bey tamamladı.

Yıllarca Konya eğitim hayatına öğretmen yetiştiren ve benim ilkokul öğretmenim başta olmak üzere annem ve arkadaşlarından bildiğim kadarıyla Konya’nın modern yüzü olan bu okulun akıbetini okul öğrencilerinin fotoğraflarından sonra sizlerle paylaşmaya çalışacağım.


Evet modernleşmenin simgesi bu okulun akıbetini anlatayım sizlere.
Sonuçları düşünülmeksizin alınan belki de iyi niyetli bir karar ile 1974 yılında toplanan 9. Milli Eğitim Şurası’nda ilkokul öğretmenlerinin yüksek öğrenim görmeleri kabul edilerek o zamana kadar ilkokul öğretmeni yetiştiren öğretmen okulları, öğretmen liselerine dönüştürülmüş ve öğrenim süresi 3 yıla indirilmiştir.
Bu uygulama öğretmen okullarını olumsuz yönde etkilemiş ve mezunlarının öğretmen olamayışı bu eğitim kurumlarına olan ilginin azalmasına yol açmıştır.1979 yılında öğretmen liselerinin kapatılması gündeme gelmiş ve 1915’den beri faaliyet gösteren Konya Kız Öğretmen Lisesi’nin de kapatılarak öğrencilerinin Nevşehir Kız Öğretmen Lisesi’ne nakledilmesi kararlaştırılmıştır.
Konya Kız Öğretmen Okulu 65 yıllık tarihi boyunca mezun ederek eğitim ordusuna kazandırdığı binlerce öğrencisi ile ülke insanının bilgilendirilmesine ,eğitim ve kültür seviyesinin yükseltilmesine çok büyük hizmet ve katkılarda bulunmuştur.Bu sürede Azize Nuri Hanım, Zehra Hilmi Hanım, Faik Bey, Mehmet Emin Bey, Saadet Hanım, Mustafa Lütfi Bey,Nami Çetinel, Ebazer Berksoy, İhsan Baykal, Nevvare Ünsal,Ali Türköz,Emine Gültekin ve son müdür olarak görev yapan Demir Ali Göker ‘e de hizmetlerinden dolayı teşekkürü bir borç bilirim.

PEKİ BÖYLE BİR TARİHİ OKUL KAPANIRKEN KONYA MİLLETVEKİLLERİ NE TARTIŞIYORLARDI?
Okulun kapanmaması için kamuoyu oluşturmaya çalışan müdürün çabaları ile CHP Konya yöneticileri Mehmet Çelen, Abdülrezzak Ünal Müdür odasından CHP Konya Milletvekili Mustafa Üstündağ’la telefon ile görüşmektedirler.
-Siz Konya milletvekili ve en yetkili kişi olarak 65 yıllık mazisi bulunan Türkiye’nin en köklü okullarından birisi olan Konya Kız Öğretmen Okulu ve Lisesi ‘nin kapatılmasına nasıl göz yumuyorsunuz?
Aldığımız bilgilere göre Türkiye genelinde altı öğretmen lisesinin açık kalacağını öğrendik. Bu altı öğretmen lisesinden birisi,senin bölgendeki bu okul olmalıydı.Gelecek seçimde seçmeninin karşısına ne yüzle çıkacaksın?
-CHP GENEL SEKRETERİ Mustafa Üstündağ : Ben Milli Eğitim Bakanı ile konuşmuyorum, etkili olamadım.
Bu kadar yazmam aslında yalnızca bu cümle içindi.
Parti için kısır çekişmeler, bir eğitim yuvasını ve ardından Konya’yı nasıl değiştirdi.
Benzerlerini Türkiye yıllardan beri sizce yaşamıyor mu?

Onur Çeçen
Odatv.com

Not: Konya Kız Öğretmen Okullular Buluşuyor

Ankaralılar 23 Ekimde saat 13.00 de Kızılay YKM mağazası kafeteryasında
İstanbullular 27 Kasımda saat 13.00 de Beyoğlu öğretmen evinde

Kaynaklar:
1.Konya’da Modern eğitim Kurumları Dr. Kerim Sarıçelik 2010
2. Konya Kız Öğretmen Okulu ve Öğretmen Lisesi DemirAli Göker 2006
3.20.yüzyılın başlarında Konya nın Görünümü Sefa Odabaşı 1998
4.Sivaslı Ali Kemali Bey- Mehmet Önder
5. Mümtaz Koru –Mehmet Önder 1954
6.Atatürk Konya’da Mehmet Önder 1989
7. Milli Mücadele Dönemi Konya Öğretmenleri Caner Arabacı 1991
8.Atatürk Konya’da İhsan Kayseri 1981
9.Konya Maarif Koleji’nden Meram Anadolu Lisesi’ne Elli Yılın Öyküsü Türkiyede devlet eliyle yabancı dil öğretimi Ali Tartanoğlu 2005
10.Konya Bir Şehrin İki Hikayesi Meltem Çiçekli 2007
11.Konya fotoğrafları değişik fotoğrafçı ve sergilerden alınmıştır.

*Onur Çeçen'in Odatv.com sitesine 20.10.2010 tarihinde yazdığı Konyalılar Bu Fotoğraflara Şaşıracak adlı yazısından alınmıştır

Cumhuriyetin Devraldığı Miras ve Kurtuluş Savaşının her iki cephesindekilerin akıbetleri*



Cumhuriyetin devraldığı miras:
13 milyon nüfus, ilkel bir tarım, sıfıra yakın sanayi, madenlerin büyük çoğunluğu, limanlar ve var olan demiryolları yabancı şirketlerin yönetiminde.
153 ortaokul ve lise, sadece bir üniversite var. Halkın yalnız % 7'si okur-yazar, bu oran kadınlarda % 1 bile değil. Ortaokullarda 543, liselerde sadece 230 kız öğrenci okuyor.
Ekonomik bakımdan yarı-sömürge. Kişi başına gelir 4 lira, kişi başına ortalama kamu harcaması 50 kuruş. Alt yapı her alanda yetersiz. Bilim hayatı ve düşüncesi yok sayılacak düzeyde.
Anadolu araştırmayan, nakilci ve yetersiz medreselerin elinde. Her yanda tarikatler, tekkeler, dergâhlar. Yasalar çağın gereklerinin gerisinde.
Kadınların ilke olarak toplumsal hayatları ve hiçbir hakları yok. Kadınların da bir gün erkekler gibi doktor, mühendis, avukat, belediye başkanı, milletvekili, bakan olabileceklerini hayal etmek bile zor. Ne seçme hakları bulunuyor, ne seçilme. Kısacası vatandaş sayılmıyorlar.
Ülke neredeyse bütünüyle ve pek çok alanda ortaçağı yaşıyor.

3 Mart 1924, Halifelik ve Din Işleri Bakanlığı kaldırıldı, Tevhid-i Tedrisat (eğitimin birleştirilmesi) yasası kabul edildi, Diyanet Işleri Başkanlığı kuruldu.
Bu çok önemli iki devrimi, çağın gereklerine uygun 'yeni insan' yetiştirmeyi, akıla ve bilime öncelik vermeyi, Anadolu aydınlanmasını gerçekleştirmeyi amaçlayan devrimler izleyecektir.
Maddi kalkınma ile sosyal, kültürel kalkınma da birlikte yürütülür.
Atatürk rahmetli olduğu zaman Türkiye demir-çelik ve milli savunma sanayiini kurmuştu, uçak ve denizaltı yapabiliyordu. Limanlar ve demiryolları millileştirilmiş, 3.000 km. yeni demiryolu yapılmıştı. Son 15 yılın ortalama kalkınma hızı % 10'dur.
Halkevleri ve Millet Mektepleri açılmış, üniversite reformu yapılmış, çağdaş yasalar yürürlüğe girmiştir. Yeni devlet kadınlara olan borcunu ödemiş, kadınlar, erkeklerle eşit haklara kavuşmuştur.
Batı düşünürleri bu hızlı, görkemli gelişimi Türk Mucizesi diye nitelemişlerdir.
Kurtuluş Savaşı'na emeği geçenler, barış zamanında da cumhuriyete kanat gererler, çok önemli işler başarırlar.

Ne oldular?
Kâzım Özalp TBMM Başkanı;
Hasan Saka, Dr. Refik Saydam ve Recep Peker Başbakan;
M. Necati, Vasıf Çınar, Alb (Org.) Cemil Cahit Toydemir, Bnb. Saffet Arıkan, Yzb. C. Kerim Incedayı, Yzb. Şükrü Sükmensçer, Milletvekili ve Bakan;
Abdurrahman Nafiz Gürman, Kâzım Orbay, Salih Omurtak, Nurettin Baransel, Orgeneral ve Genelkurmay Başkanı;
Ali Cemal Bardakçı, I. Ethem Akıncı, Kâzım Inanç, Kâzım Dirik Vali;
Korg. Yakup Şevki Subaşı, Tümg. Kâzım Karabekir, Tuğg. Asım Gündüz, Tuğg. Fahrettin Altay, Tuğg. Izzettin Çalışlar, Tuğg. Kemalettin Sami Gökçen, Yb. Sabit Noyon, Bnb. Cemil Taner, Yzb. Hasan Atakan, Yzb. Asım Tınaztepe, Yzb. Şahap Gürler Orgeneral;
Tuğg. Selahattin Adil, Alb. Şükrü Naili Gökberk, Alb. Nazmi Solok, Alb. Ali Hikmet Ayerdem, Alb. Naci Eldeniz, Yb. Baki Vandemir, Yb. Ahmet Derviş, Yb. Halis Bıyıktay, Yb. Kenan Dalbaşar, Bnb. Ekrem Baydar, Üstğm. Fevzi Uçaner Orgeneral;
R. Eşref Ünaydın, Y. Kadri Karaosmanoğlu Elçi ve Milletvekili;
F. Rıfkı Atay, Tümg. Nurettin Paşa, Tümg. Halit Karsıalan, Alb. Halit Akmansu, Yzb. Mahmut Soydan Milletvekili;
Bnb. Tevfik Bıyıklıoğlu, Hikmet Bayur Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri;
Fethi Okyar Milletvekili, Bakan, Başbakan;
Hüsrev Gerede Elçi;
Yb. Eyüp Durukan Tümgeneral ve Askeri Fabrikalar Genel Müdürü oldular.

Tümgeneral Halit Karsıalan, 1925'te kaza kurşunu ile Meclis'te vurularak öldü.
Binbaşı Fazıl, 1923'te bir gösteri sırasında düşerek şehit oldu.
Parti Pehlivan Ağa (asıl adı Mehmet Başkak), köyüne çekildi, 1941'de öldü.
Padişah Vahidettin (1861-1926), saltanatın kaldırılması üzerine bir mektupla General Harington'a başvurarak, Istanbul'dan ayrılmak istediğini bildirdi, 17 Kasım 1922'de Ingilizlere sığındı, Malta'ya götürüldü. Italya'nın San Remo kentinde öldü.
Veliaht Abdülmecit (1868-1943), Vahidettin'in kaçışı üzerine Halife seçildi, 1924'te halifeliğin ilgası üzerine yurt dışına çıkarıldı, halifeliğinin sürdüğünü iddia etti ama kimse ciddiye almadı, Paris'te öldü.
Damat Ferit 6 Ekim 1923'te Fransa'da Nice kentinde öldü.
Tevfik Paşa, Ahmet (1845-1936), son Osmanlı sadrazamı, istifasını verip Istanbul'da evine çekildi, saygı gördü, askeri törenle gömüldü.
Ahmet Izzet Paşa, Furga. (1864-1937), o da Tevfik Paşa gibi evine çekildi.
Son Sadrazamlar adlı eserin 4. cildinde anıları var.
Ali Kemal milliciler tarafından yakalanıp yargılanmak üzere Izmit'e kaçırıldı.
Izmit'te Nurettin Paşa'nın etkisiyle linç edildi (Kasım 1922).
Vahidettin ve Damat Ferit'in çevresinde toplanarak Milli Mücadele'yi söndürmek için çalışanlar, casusluk yapanlar, zafer üzerine Türkiye'den kaçtılar. Türkiye bu hain ve gafillerden 150'sini vatandaşlıktan attı. Bunların arasında eski Şeyhülislam M. Sabri, Eski Adalet Nazırı Ali Rüştü, Rıza Tevfik, Hürriyet ve İtilaf Partisi Başkanı Albay Sadık, Çerkez Ethem, Sait Molla, Refik Halit Karay gibi kişiler vardır. 150'likler 1938'de affedildiler.
Topal Osman Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey'i 27.3.1922 günü Ankara'da öldürdü, kendi de öldü.
Eski Rize Millletvekili Ziya Hurşit, Atatürk'ün arkadaşı Albay Ayıcı Arif, eski Trabzon Milletvekili Hafız Mehmet, 1926'da Izmir suikastıyla ilgili görülerek idam edilirler.
Dr. Nâzım ve Ardahan Milletvekili Hilmi Bey de 'Ittihatçılar sorunu' ile ilgili görülerek Ankara'da idam edileceklerdir.
Başlıca muhalifler aday gösterilmedikleri için ikinci dönemde TBMM'de yer almadılar.
Lloyd George, David (1863-1945): Türkiye'ye karşı izlediği savaşçı politika saygınlığını örselediği gibi koalisyon ortağı ile olan anlaşmazlığını da derinleştirdi, 1922 Ekiminde Başbakanlıktan istifa etti, bir daha iktidara gelemedi. 1943'te Miss Frances Stevenson'la evlendi.
Lord Curzon, George Nathaniel (1859-1925): Lozan görüşmelerinin birinci döneminde Ingiltere'yi temsil etti, sonra yerini Sir Harold Rumbold'a bıraktı. 1924'te yeni Başbakan Baldwin Lord Curzon'un yerine Dışişleri Bakanlığına Chamberlain'ı getirdi, bakanlık ve başbakanlık umutları sona erdi.
General Harington, orgeneralliğe yükseldi ama mareşal yapılmadı. Buna Çanakkale olayı sırasındaki emre itaatsizliğinin sebep olduğu söylendi. Son olarak Cebelitarık'ta vali ve komutandı. 1940 yılında öldü.
Kral Kostantin tahtını bırakmasından dört ay sonra ocak 1923'te Palermo'da öldü.
Protopapadakis, Gunaris, Teotokis, Baltaciz, Stratos ve General Hacianesti, Yunanlıların 'büyük felaket' adını taktığı yenilgiden sorumlu görülerek 28 Kasım 1922'de birarada kurşuna dizildiler.
General Papulas da 1935'te bir hükümet darbesi girişimine katıldığı için kurşuna dizildi.
General Andreas, Ingiliz yardımıyla Yunanistan'dan Ingiltere'ye kaçırıldı.
Venizelos, Elefterios (1864-1936), Lozan'da Yunanistan'ı temsil etti, 1924'Te yeniden Başbakan oldu, ayrıldı, 1928'de büyük çoğunlukla seçimi kazandı, bu kez barışçı politika izledi, 1930'da Ankara'ya geldi, 1932 seçimini kaybetti, 1935'te yine Yunanistan'dan ayrılıp Paris'e gitti, orada öldü.

Milli Mücadeleye hainlikleri ya da gafletleri nedeniyle karşı çıkanların büyük bölümü Cumhuriyeti benimsemiş, Osmanlı Devleti'nin külünden tam bağımsız, yepyeni bir devlet çıkaran Atatürk'e saygı ve minnet duymuşlardır.
Yurtdışına kaçanların bir bölümü kinlerini, hainliklerini sürdürdüler, Cumhuriyet'e karşı çeteler, cepheler kurdular, gazeteler çıkardılar, yalan ve iftira dolu kitaplar yayımladılar.
Memlekette kalanlar susup yeraltına çekildiler. Fırsat kolladılar. Cumhuriyet'i yıkabilmenin ön şartının Atatürk saygısını, sevgisini yok etmek, Milli Mücadele'yi küçültmek, önemsememek, benimsememek olduğunu düşündüler.
Bu amaçla, Atatürk ve Milli Mücadele karşıtı, baştan sona yalanlarla, iftiralarla, saptırma ve çarpıtmalarla dolu, cahilce, insafsızca yazılar, kitaplar yayımladılar. genç insanların kulaklarına bu yalanları, iftiraları fısıldadılar, saptırma ve çarpıtmaları gerçekmiş gibi benimsetmeye çabaladılar.
Bugün Türk gençliği biri ötekine benzemeyen iki tarihe inanıyor:
Biri bu romanın esas aldığı, sağlıklı ve dürüst belgelere dayalı, hepimize gurur veren gerçek tarih..
Öteki Cumhuriyeti yıkmak için çabalayanların uydurdukları, yalanlarla dolanlarla dolu, sahte tarih.
Bir süre önce söyleyip yazdıkları kimi gülünç, kimi insanı utandıran yalanları toplayıp gerçekleri belgelerle açıklayan bir kitap yazmıştım: Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele.
Cevap veremediler. Gazete ve dergilerde bu tür yalanların da arkası kesildi. Çünkü belgelere, kanıtlara, ciddi tanıklara karşı yalanı savunmak mümkün değildir. Ama kulaklarınıza yalan fısıldamaya devam edenler varsa, var olduklarını sanıyorum, adını verdiğim kitaba bir göz atmanızı ve doğruyu öğrenmenizi dilerim. Yalanın yoldaşı ve savunucusu olmayın.

Sevgili gençler!
Istiklal Savaşı, dünyadaki en meşru, en ahlaklı, en haklı, en kutsal savaşlardan biridir. Emperyalizmi ve yamaklarını dize getiren, bir enkazdan yepyeni, çağdaş bir devlet kurmayı başaran atalarınızla gurur duyun, şehit ve gazi atalarınızın onurunu yalancılara çiğnetmeyin.
Sevgilerle.

*Turgut Özakman, Nisan 2005

20 Ekim 2010 Çarşamba

Türkiye'nin AÇIK PAZAR haline getirilmesi: Yerel Kaynakların Yabancılaştırılması



Yerel güçleri korumak adına, teknolojik araç ithalatını engellemek için ticaret yasakları koyan devletlerin pazar ekonomisinden uzaklaşarak gelişmek bir yana rekabet güçlerini kaybedip geri kaldıklarını görüyoruz. O takdirde teknoloji sömürgeleşmesini durdurmanın ön koşulu ARGE harcamaları olmalı, dışarıya akıtılan kaynaklardan ziyade. Başka bir değişle, dış teknolojilere aktarılan her liradan çok içerde araştırma ve geliştirmeye harcanmayan her lira bence bizi sömürgeleştirmeye itiyor. Her ne kadar aynı şeyin farklı ifadeleri gibi dursalarda bence iki tanım arasında oldukça fark var. Farkı en kısa şöyle açıklayabilirim, ortaya çıkan kötü tablo yapılan yanlış yapılan bir takım eylemlerden değil yapılmayan bir takım doğru eylemsizliklerden kaynaklanıyor, zira yanlış eylemlerin önüne geçilmesi doğru eylemi tek başına başlatmaya yeterli değilken, doğru eylemin başlatılması genellikle tekrar eden yanlış eylemin sonlandırılmasıyla sonuçlanıyor.

Şairliği bırakıp eylemlerden bahsetmek gerekirse… Burdan oturduğum yerden, avrupanın en büyük gücü Almanya’nın NASIL makro ve mikro ölçekte nitelikli işgücünü kontrol etmek suretiyle ARGE lerini arttırdıklarını ve rekabet gücü yaratıp bunu koruduklarını çok rahat görebiliyorum. Banu Hocam bu süreci Amerika için yöneten insanların başında geliyor. Ama benim için, son bir ay içersinde Alman Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Koalisyon partisinin başkanının nitelikli iş gücünü çekmek için yırtınırken ülkenin sosyal sistemine ve dolayısıyla geleceğini yük olduğunu düşündükleri kısmı ittiklerini, kovduklarını görmek ibret verici bir tabloydu. Makro ölçekte bunlar olurken, mikro ölçekte geri kalmış ülkelerin adı sanı duyulmamış üniversitelerinde imkansızlıklar içersinde kıvranan genç beyinlerin Almanya ya nasıl çok cuzzi ücretlerle gelebilmek için yarıştıklarını görmek de aynı derecede imrediğim bir tablo oldu. Bu beyinlerin katkıları bitince veya işe yaramadıkları anlaşılınca nasıl sistemden çıkartıldıkları ve sistemin bu döngü üzerine kurularak nasıl bireyleri yaşamak için keşfetmeye ittiğini görmek de…

Ülkeme baktığımda ise bambaşka iki dinamiğin arasında kaldığını görüyorum. Türkiye Çinden sonra son 30 yılda en fazla büyüyen ülke. Sadece gelişmekte olan diğer 6 ekonominden nufusu oldukça az olduğu için de 2050 yılında dünyanın en büyük 7. Ekonomisi olacak durdurulamaz bir dinamikliğe sahip. Öte yandan maalesef bunun herkes farkında ve gerek durdurmak için (bundan çok endişe duymuyorum) gerekse mümkün olduğunca faydalanmak için bu dinamikliğin temeline zarar verecek ULUSLAR ARASI bireysel ve kurumsal çıkar çarkları acımasızca işlemekte. 1923-2001 yılları arasında bu halk tarafından sıfırdan kurulan kurumların birçoğu artık bu halka ait değilken Duyuni Umumiyedeki gibi halk bu kurumlara mahkum. Ellerimizle kurduğumuz cumhuriyetimizin şirketleri artık halka hizmet etmiyor ama halktan topladıkları kaynakları dış pazarlara aktarıyor. Bu noktada yazının başına dönüyorum, artık sadece SONY kullanıp Mercedes’e bindiğinde değil, Türk Telekom’la konuşup Migros’tan alışveriş yaptığında da aynı derecede sömürgeleştiriliyorsun.

Sevgili dostlarım, milli kaynakların (limanlar, yer altı kaynakları, devlet teşkilatları dahil) nerdeyse karşılıksız olarak özelleştirildiği Türkiye ölçeğinde başka bir gelişmiş ya da gelişmekte olan bir ülke yok. Bu süreç o kadar kayıtsız şartsız gerçekleştirilmekte ki, yeri geldi dünyada sayılı stratejik kaynaklarımızı yok pahasına, kendi gelirleriyle satıcının cebinden kuruş çıkmadan kısa zamanda ödeyecek şekilde devrettik. Durumun vehametinin farkında olduğunuzu düşündüğüm için daha fazla dramatize etmeyeceğim. Yalnız son zamanlarda Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş büyüklükde projelere imza atıldığının dikkatinizi çekerim: körfez köprüsü, tüp geçit ve nükleer santral gibi… Bu projelerde de asıl teknolojik kısımın yapımını yabancılar üstlenerek yap işlet devret modeliyle tekamülü olmayan kaynakları fahiş paralara işletme haklarını uzun yıllar için (20 yıldan fazla) devlet garantisiyle alıyorlar.

Şu an için sahiplenmedeki değişim büyümeyi tehdit etmiyor zira ele geçiren güçlerin ülkeyi çökertmek umurlarında değil, ardında tüketim olduğu sürece. Kısaca kar odaklılar. Sadece dışa bağımlı bir hale getirmek istiyorlar ki bunu da hemen hemen tamamen başardıklarını görüyorum. Bu amaçlarının arkasında yatan etken sebep ise Türkiyenin rekabet gücünün yok edilmesi. Burada kasıt üretimde ve tüketimde rekabet gücünün yok edilmesi değildir zira yabancı firmalar tarafından ülkemizde üretilen ürünlerin dış ve iç pazara sürülmesi zaten esas amaçtır. Yok edilmeye çalışılan rekabet gücü teknoloji geliştirmedeki rekabet gücüdür. Çünkü teknoloji geliştirildiği zaman o teknolojinin aidiyeti de o ülkenin oluyor. İşte yerel kaynaklar satılarak ARGEye gidecek her liranın önüne böylece ket çekiliyor. Diğer bir deyişle ülkemiz AÇIK PAZAR haline geliyor... Nitekim 100 milyarlarca dolarlık altın, bor, bakır vs. kaynakları bulunan bir ülke bunları işletip eğitimi destekleyecekken %0.5 maden vergisi alarak bunu nasıl başarabilir???

İşte Avrupa’nın en güçlü devleti Almanya bu süreci dikkatle yönetirken bizim varolan değerlerimizi elden çıkarmamız beni canımdan çok sevdiğim ülkem hakkında uzun zamandır en fazla endişelendiren konu…

18 Ekim 2010 Pazartesi

S€NS@TioN



SENSATION

par les soirs bleus d'été, j'irai dans les sentiers,
picoté par les blés, fouler l'herbe menue :
rêveur, j'en sentirai la fraîcheur à mes pieds.
je laisserai le vent baigner ma tête nue.

je ne parlerai pas, je ne penserai rien :
mais l'amour infini me montera dans l'âme,
et j'irai loin, bien loin, comme un bohémien,
par la Nature, - heureux comme avec une femme.

ARTHUR RIMBAUD


SENSATION

On the blue summer evenings, I shall go down the paths,
Getting pricked by the corn, crushing the short grass:
In a dream I shall feel its coolness on my feet.
I shall let the wind bathe my bare head.

I shall not speak, I shall think about nothing:
But endless love will mount in my soul;
And I shall travel far, very far, like a gipsy,
Through the countryside - as happy as if I were with a woman.

Arthur Rimbaud


DUYUM

Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın,
Gideceğim, sürtüne sürtüne buğdaylara:
Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların,
Yıkasın bırakacağım başımı rüzgâra!

Ne bir şey düşünecek, ne bir lâf edeceğim.
Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;
Göçebeler gibi, uzaklara gideceğim,
Mutlu, sanki yanımda bir kadın varmış gibi.

Çeviri : Orhan Veli Kanık


DUYUM

Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,
Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;
Başakları devşirip otları ezeceğim,
Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgâr.

Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş
Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş
Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.

Çeviri: Erdoğan Alkan


HELECANLAR

yazın mavi akşamlarıyla ineceğim patikalara
buğdaylarla bezeli ufak otları çiğneyerek:
ayaklarımda o tazelik, aklım bir karış havada
bırak yıkasın çıplak başımı rüzgar diyerek

konuşmayacağım, düşünmeyeceğim bir an bile:
lakin tırmanacak içimde bitmekbilmez aşk
ve ben uzağa, uzaklara gideceğim derbedercesine
doğayla, ve mutlu, sanki bir kadınlaymışçasına

çeviren: reha yunluel


SANSASYON

ekili tarlalardan, mavi bir yaz akşamı
ince otlar üstünden, yollara düşeceğim.
dalmışım, bir serinlik alacak tabanımı
havalansın saçlarım yele koyvereceğim.

düşünmeyeceğim hiç, tek söz etmeyeceğim.
beni yüceltecektir bitmez tükenmez sevi
başıboş uzaklarda, eriyip gideceğim
doğayla mutluyum ben, sanki kadınla gibi.

çeviren: faruk sur


HİS

gezineceğim mavi yaz akşamları patikalarda,
ezerek cılız otları, benekli buğdaylar arasından
dalgın, serinliğini hissedeceğim ayaklarımda!
açık başımı terkedeceğim yıkanmağa rüzgara!

konuşmayacağım, asla düşünmeyeceğim
fakat hudutsuz bir aşk kaplayacak benliğimi;
ve ben bir çingene gibi, uzağa, çok uzağa gideceğim
tabiatın koynunda bir kadınla yaşar gibi.

çeviren: oğuz arıkanlı

13 Ekim 2010 Çarşamba

Denetim Dünyasına Bakış*



Auditorler, namı diğer denetçi veya murakıplar ile hemen her şirket çalışanı karşılaşmıştır. Ofisin içersinde gezinirken, müdürlerin başında bir şeyler isterken veya verilmiş bir veri üzerinde tartışırken hatta akşamları mesai bitimi geldiğinde toplantı odalarında daha günün başındaymış edasıyla çalışırken görülürler. Finansta çalışanlar ise onların cefakâr çalışanlar olduğundan öte çalıştıkları şirketlerin isimlerine kadar bilirler. Ama kimdir onlar, ne iş yaparlar, nasıl bir hayatları vardır ve kariyer olanakları nasıldır? Bu yazıda yukarıdaki soruları cevaplarken, yazıyı okuyacak Sabancı Üniversitesi Mezunlar Derneği üyelerine, yıllarca beraber okuduğum veya müstakbel iş arkadaşlarıma, dışarıya kapalı denetim dünyasının kapılarını bir denetçi gözünden aralamaya çalışacağım.

Öncelikle denetim (audit) denince bilinmesi gereken 4 firma var dünyada; Ernst & Young (EY), Pricewaterhousecoopers (PWC), Deloitte Touche Tohmatsu (Deloitte) ve KPMG. Sırasıyla İngiltere, Amerika ve diğer ikisi İsviçre kökenli bu firmalar dünya çapında yüzden fazla ülkede yüz elli bin civarına çalışan sayısıyla bir asırdan uzun süredir faaliyet gösteriyorlar. İş gücü bakımından dünyanın en büyükleri haline gelen denetim firmaları uzayıp giden adlarından da anlaşıldığı gibi sürekli birleşerek büyüdüler. Ortaya çıkan dört büyükten her biri dünyanın farklı kıtasında pazar birincisi haline geldi, mesela Amerikanın en büyüğü PWC iken Avrupa’da KPMG pazar lideri. Global pazarda küçük oyuncu olarak varlığını sürdüren denetim firmaları da mevcut fakat varlık toplamları en yakın takipçisinin 6 katından fazla olan 4 büyükler girdikleri her ülkede yerel ve küresel devlerin müşterileri. Belki de yukarıda saydıklarım yüzünden beşinci bir büyüğün doğmasına bir süredir imkânsız gözüyle bakılıyor. Bilindiği gibi Amerikalı teknoloji devi Enron’un 2001 yılında batması, firmanın denetçiliğini üstlenen en büyük denetim firması Arthur Andersen’in yok olmasına sebep olunca, o zamana kadar 5 büyük oyuncusu olan sektördeki yoğunlaşma da arttı. Enron skandalı hakkında öğrenilmesi gereken çok şey var; Enron yöneticileri muhasebesel gerçekleri örterken durmadan yayınlanan artan kar rakamlarıyla gittikçe daha çok yatırımcıyı da kendileriyle ilişkilendirdiler. Aynı zamanda kredibilitesi en fazla ve en büyük denetim firması Arthur Andersen’in iddialara göre olanlara göz yumması da, işi kredibilite yaratmak olan diğer bir devin sonunu getirdi. Ülkemizde iç dalgalanmalar yüzünden yoğun olarak hissedilen 2001 krizinin küresel ayağında işte bu skandal yatmaktaydı. Finansta genel olarak tüm dünya piyasaları ve her oyuncu iç içe geçtiğinden olası bir felaketin faturası oldukça ağır olabiliyor. Bu nedenle denetim firmalarının ve denetlenen kurumların yükü arttırıldığı gibi ikinci bir çöküşün kaldırılamayacağı ortaya çıktı, “too big to fail” stratejileri sayesinde artık sektör hiç olmadığı kadar güvende. Her ülkedeki finans öğrenimlerinde yer alan bir ders olan denetimin teorik altyapısını bu noktada özetlemek faydalı olacaktır; şirketler büyüdükçe sahipleri ve yöneticileri çıkarları farklı iki grup olarak ayrılırlar. Şirket ile ilişkili kişi ve kuruluşları da ortaklarla beraber, şirketlerin işlem gördüğü piyasanın (market) alıcılarına benzetirsek yöneticiler de performanslarıyla bu piyasadaki ürünlerin satıcıları olurlar. 2001’de George Akerlof’un ekonomi dalında Nobel kazandıran modelinde anlattığı şekilde, bir ürünün piyasasında alıcılar ürünün kalitesini görüntüleyemez de alıcı-satıcı arasında bir bilgisel asimetri oluşursa amerikan 2. el oto pazarında olduğu gibi iyi durumdaki arabalar da hurda değeri görür ve piyasa çöker. Paragrafta yazdığım nedenler dolayısıyla finansal piyasalarda değil market çöküntüsü hiçbir “araba”nın ederinden farklı satılmasına göz yumulamaz. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de, toplumun refahından sorumlu devlet, piyasanın verimli işlemesi için yasal organları vasıtasıyla (SPK, BDDK) regülatör görevi görür ve regülasyon için gerekli işlemleri serbest ekonomilerde olması gerektiği gibi özel sektöre (bağımsız denetim şirketleri) belirli standartlar dahilinde devreder.

Sektörün finans dünyası ile ilişkilerine değindikten sonra sektör hakkında daha fazla bilgilenmek faydalı olacaktır. Dört büyüklerde olarak anılan bu firmaların asıl çalışma alanı kısaca denetim olarak adlandırdığımız finansal tabloların denetlenmesidir. Diğer bir değiş ile, finansal tabloları oluşturan muhasebe kayıtlarının doğruluğundan emin olmak için belirli mevzuatlarla önceden belirlenmiş prosedürler yürütülür. Denetim sürecinin sonunda denetlenen firmanın sorumlu olduğu kişi ve kurumlara – bunlar kimler olabilir? Firma ortakları, başta finans alanında olmak üzere firmanın ilişkili olduğu kurumlar, varsa resmi otoriteler ve yatırımcılar – sunulmak üzere ilgili bir rapor çıkartılır ve firma yönetimine sunulur. İyi de hangi firmalar, niçin denetim yaptırır? Yasalar gereği tüm sektörlerden belli aktif veya gelir büyüklüğünü geçen tüm firmalar, yine yasalara göre banka, sigorta gibi Sermaye Piyasası Kurumu Kanununa tabi şirketler (bu koşula tabi şirketlerin uzun listesi internetten temin edilebilir) bağımsız denetime tabidirler. Bu yüzden bir denetçi olarak müşterileriniz her zaman büyük firmalar olacaktır ki bunun mesleki avantajları ancak başka bir yazının konusu olur. Ek olarak büyük ölçekli kobiler saygınlığını belgelemek için düzenli olarak her yıl denetim yaptırırlar. Avrupa’ya uyum yasaları gereği çıkması kaçınılmaz ve 2008 yılına çıkması beklenen yasaya göre banka kredisi alabilmek de dâhil her türlü ticari ilişki için firmaların derecelendirilmesi gerekecek ve denetim raporu derecelendirmenin olmazsa olmazı olacak. Bu da bizi yazının mezunları en çok ilgilendiren kariyer kısmına getiriyor.

Denetime tabi şirketlerin sayısında ani bir artışın gerçekleşeceği beklentisiyle iştahı kabaran denetim firmalarının her biri Türkiye’de yılda 100 ile 200 arası yeni mezunu işe alıyor. Denetim sektörünün büyüyecek olması üst kademelerde de açılıma izin vereceğinden firma içinde kariyer imkânı güçlenecek. Ayrıca, iş ilanlarından görüldüğü gibi birçok firma finans ile ilgili işlerinde çalıştırmak üzere denetim alanında deneyimli personel arıyor. Bunun birkaç nedeni var; ilkin firmanın denetim firmasıyla ilgili bölümünde çalışmak üzere denetim geçmişli çalışanlar tercih sebebi. Bu, geçilen firmaya göre, giriş çıkış saatleri daha sabit, aylık ücreti daha dolgun fakat kariyer imkânının daha kısıtlı olacağı bir iş demek. İkinci bir neden de, farklı bölümlerde çalıştırmak üzere bir arayış içinde olan firmalar, yazının ilk bölümlerinde bahsettiğim önceden belirlenmiş denetim prosedürlerini uygularken denetim personelinin kazandığı deneyime çok rağbet ediyorlar ki, aslında yeni mezunların denetim firmalarını tercih etmesinin altında bu neden yatıyor. Zira yeni mezunlar iş hayatı hakkında deneyimsizken, denetim firmalarında işe girip de müşteriye denetime gitmeye başladıkları andan itibaren firmaların satın almadan tutun iç kontrole, finansmandan tutun raporlamaya kadar birçok bölümü hakkında kısa sürede yönetime tavsiye verecek duruma geliyorlar. Öyle ki, aşağıda detaylı olarak belirttiğim müdür seviyesindeki denetçiler reel (üretim) sektörde CFO karşılığı pozisyonlara transfer olabiliyor.

Denetimin nasıl dinamik bir meslek olduğunu anlamak işte bu noktada önemli: denetçinin mesleki gelişimi kariyeri ile birebir ilişkili zira sistem yıllık terfiler üzerine kurulu. İşe girişinizden itibaren denetim takımının en alt zinciri olarak sizin için tanımlanmış görevleri yerine getirmeye başlıyorsunuz, başarılı olduğunuz her sene (başarısız olma oranı dört büyükte çalışanların %10’undan az fakat her iki senede bir daha sıkı bir eleme söz konusu) kıdem atlayarak takımın daha büyük bir oyuncusu oluyorsunuz. İkinci seneyi tamamlayan her denetimci artık bir denetim takımının lideri (senior) oluyor ve altında çalışan takım elemanları ile beraber müşterinin yanına ekipmanları ile taşınıp, işin büyüklüğüne göre değişecek, haftalar süren bir denetim macerasına atılıyor. Altıncı senenize kadar ekip lideri olarak fiziken müşterinin yanında geçen hayatınız, bu seneden sonra müdür (manager) olmanızla beraber denetim firmasındaki kendi ofisinizde geçmeye başlıyor. Bu noktada artık müşteriyi denetlemeye giden takım liderlerini denetlemeye başlıyorsunuz. Her an birçok müşterideki takım liderinden sorumlu olduğunuz müdürlükte takriben dört sene dayanabilmişseniz ve şanslıysanız şirketin ortağı (partner) oluyorsunuz. Bu noktaya kadar denetim sektörünün ilgi çekici olduğunu düşünüyor ve başvurmayı planlıyorsanız bir denetimci adayının göz önünde bulundurması gerekenleri artık özetleyebiliriz: İlk önce, bir denetçinin en yakın arkadaşının laptopu olduğunu bilmiyorum söylememe gerek var mı? Ayrıca, denetim ve fazla mesai kelimesinin eş anlamlı kullanıldığını da söylemeliyim; öyle ki sabah başladığınız mesainizin müşteri akşam olup çıktığında tam ortasında olabiliyorsunuz. Aynı temponun hafta sonları da dâhil aylarca sürdüğünü düşünürsek, mesleğin oldukça sabır ve dayanıklılık gerektirdiğini anlayabiliriz. Her üç ayda bir o çeyreğe ait finansal raporların yayınlanması ve özellikle aylar süren sene sonu kapanışlarına ruhsal ve fiziksel olarak hazırlanmak çok önemli. Belirtmem gereken son bir husus takım çalışmasına yatkınlık fakat burada belirtilmesi gereken öğrencilikten aklımızda kalan her üyenin eşit olduğu bir grup çalışması değil. Daha ziyade en alttan başladığınız ve tamamıyla takım liderine karşı sorumlu olduğunuz kariyerinizde, iki yıl içersinde denetim takımının tam anlamıyla kontrolünüz altında çalıştığı, buna paralel olarak da takımın performansından her şeyiyle sorumlu olduğunuz bir grup çalışması söz konusu. Kişisel kanaatim, diğerlerinden çok Sabancı Üniversitesi öğrencilerinin bu konuda yabancılık çekebileceği yönünde zira eğitim gördüğümüz tama-yakın demokratik ortamdan farklı olarak emir komuta zincire yakın bir ast-üst ilişkisi var. Ama şu hususu da belirtmek isterim ki, bir şeyler öğrenmek için para verince karşılaşacağınız muamele ile birilerine para kazandırmak için ücret aldığınızda karşılaşacağınız muamele kaçınılmaz olarak farklı olacaktır, yalnız öğrencilikten iş hayatına geçişin bünyede yarattığı etkinin dozunu denetim sektörü bir nebze artıracaktır. İyi yanlarına gelince; farklı okullardan yaşıtınız yüzlerce insanla aynı ofiste çalışıyor, gece gündüz takım arkadaşlığı yapıyorsunuz. Bu çok kuvvetli arkadaşlıkların kurulmasına izin verdiği gibi işyeri bir süre sonra kampüse dönüşebiliyor. Ayrıca denetim firmaları, birçok firmanın aksine, işe alımlarda çalışan profilinin çeşitliliğine özen gösterir. İyi derecede İngilizce bilen, takım çalışmasına yatkın, ülkenin en iyi on – on beş üniversitesinin sadece ekonomi veya işletme mezunları oldukça renkli bir yelpaze demek. Erkek çalışanları daha fazla ilgilendiren bir olanak ise, denetim firmalarında çalışanlar, serbest veya yeminli mali müşavir belgeli kıdemli denetçilerin yanında staj yapıyor muamelesi gördüğünden yasal olarak askerliklerini 2 yıla kadar tecil ettirebilirler. Staja başlamak için dört ayda bir meslek odası tarafından düzenlenen bir kabul testinden geçer not almaları gerekir. Testi geçince başlayan staj sonrası, ilgilenenler kobilerde oldukça ilgi gören Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavir belgesini almak için bitirme sınavlarına girebilir.

Kariyer yazıları okuyucularının kafalarında daha belirgin rakamsal soruların oluştuğu gözlemle sabit olduğundan “kaç para veriyorlar?” kısmına değinmeden yazıyı bitirmek istemedim. Denetim sektörü bir oligapoli olduğundan, her yıl firmalar birleşip yeni girişlilere uygulanacak maaş konusunda uzlaşıyorlar bu yüzden firma değişse de maaşlar pek oynamıyor. 2007 sezonu için bu rakam bin amerikan doları civarında olup, her sene dolar üzerinden enflasyon oranına yakın revize ediliyor. Girdiğiniz şirkete göre kıdem atladıkça (her yıl) %25 ile %35 arası değişen miktarlarda zam alıyorsunuz. Ayrıca yine şirkete göre bir ya da 2 maaş prim, özel sağlık sigortası, limitsiz yemek harcaması gibi artılar mevcut. İlk altı sene yani müdür seviyesine kadar şeffaf olan ücretlendirme politikası bu seviyeden sonra bulanıklaşıyor. Artan yükle beraber daha fazla ücret fakat harcamak için daha az zaman ve tadını doya doya çıkaramayacağınız cazip artıların sunulduğu müdürlükten sonra, mevcut ortakların belirlediği yeni ortaklar şirketin aynı zamanda kar ortağı oluyor. Burada belirtilmesi gereken husus, şirketin büyüklüğü, masraflarının azlığı, zorunlu müşterilerin varlığı ve sektördeki büyük oyuncuların azlığı sayesinde denetim firmaları çok karlı firmalar. Yalnız, alınan her yeni ortak mevcut ortakların karından pay demek olduğundan seçiciliğin yüksek olduğu gerçeğini garipsememek gerek; her seviye de olduğu gibi ortaklardan da ek yetenekler bekleniyor, mesela müşteri kazandırmak… Baki kalanın kendi ve üst seviyenle ilişkilerin olduğunu söyleyebiliriz.

Eleştiriler ve sorular için mail adresim: gulsenali@gmail.com

*Bu yazı 26.06.2007 tarihinde kaleme alınıp, Sabancı Üniversitesi Mezunlar Derneği'nin aylık dergisi Lacivert'in Temmuz 2007 nolu sayısında yayımlanmıştır.