İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

29 Eylül 2019 Pazar

20 kasim 1918, pera palas

TOPAL BACAKLI MAREŞAL
 Siyah beyaz fotoğrafa bir bakın önce.. Bir cenaze töreni yapılıyor. Tabloya bakılırsa önemli biri olmalı. Balkonda ise tabutta yatanı selamlayan bir asker var. Kıyafetine bakılırsa Türk değil gibi. Ama yüksek rütbeli bir asker olduğu belli. Hadi gelin bu adamın hikayesine kulak verelim. Bu adamın duygu dolu ibretlik hikayesine.. Gördüğünüz kişi Sir William Birdwood. Çanakkale savaşında Anzak Orduları Başkomutanı. Asker ve donanım açısından daha üstün olmalarına rağmen Atatürk’e üç kere yenilir savaşta, bacağı da sakatlanır ama buna rağmen onun dehasına ve kişiliğine karşı büyük hayranlığı vardır. Bu hayranlık savaş sonrasında da devam eder. 1935 yılında Mareşal olur son görevi “Hindistan Ordusu Başkomutanlığı”dır. Atatürk hayranlığı ve sevgisi hala sıcaklığını korumaktadır. Atatürk öldüğünde de rahatsızlığına ve emekli olmasına rağmen İngiltere adına cenaze törenine katılmak için talepte bulunur. Talebi kabul edilince İstanbul’a gelir. Bacağını sürükleye sürükleye tabutunun ardında yürür. Ankara’daki törende artık ayağı incinmiş ayakta zor durmaktadır. Halkevi binası balkonuna çıkarırlar.. Geçici kabrine götürülecek olan tabutun geçişi sırasında kılıcından destek alarak ayağa kalkar elindeki asayı kaldırarak selamlar onu. Bu sırada artık duygularını kontrol edemeyerek ağlamaktadır. Tören sonrasında hemen ayrılmaz birkaç gün daha kalır Ankara’da. Bir gün etrafında Türk yetkililerin de olduğu bir ortamda cebinden bir kalem ve üzerinde kroki olan bir kağıt çıkararak masaya koyar, şu anıyı anlatır onlara: Tarih 20 Kasım 1918 (Bir kaynağa göre 16 Kasım) Birdwood karargahı ile Pera Palas oteline yerleşmiştir. Mustafa Kemal’in de otelde bir dairesi olduğunu bilen Birdwood onunla görüşmek ister. Bunun için kendisine refakat subayı olarak verilmiş olan sporcu Sedat Rıza Bey’i araya sokar. -“Buyursunlar” der Mustafa Kemal. İki general karşı karşıyadır. Birdwood çok saygılıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Rasim Ferit Bey de vardır. Hoşbeşten sonra Birdwood, iki yıldır kafasını kemiren “bizi nasıl yendi?” sorusunun yanıtını almak ister: -“Sayın komutan bizi nasıl yendiniz?” Mustafa Kemal’den bir başkası, dünya savaş tarihinde benzerine az rastlanır bu başarısından böbürlene bilirdi. Oysa o, -tıpkı Trikopis’e davrandığı gibi - yenilginin ezilmişliği altındaki bu general’in onurunu korur. “-Sizin de, bizim de tarih dergilerimiz var”, der; tarih yazar. Birdwood ricasını yineler: -“Ekselans, sizin ağzınızdan dinlemek istiyorum. Lütfediniz.” Mustafa Kemal, yanındaki Rasim Ferit Bey’den kağıt kalem ister; o da bir parça kağıt ile altın muhafazalı kurşun kalemini uzatır. Mustafa Kemal bir kroki çizer, kağıt üzerindeki yerlerini işaret ederek; -“Su tarihte karaya çıktınız, der; filanca saate kadar şurada durdunuz. Biz de şu hattaydık. Her şey sizin lehinizdeydi. Niçin çizgide durdunuz ve niçin ilerlemediniz?” -“Askerlerimiz çok yorulmuştu, diye yanıtlar Birdwood.” Mustafa Kemal bu kez de Conkbayırı krokisini çizer: -“Siz filanca gün şu yöne hareket ettiniz, şu durumu aldınız; niçin ilerlemediniz?” -“Biz ilerledikçe arkadan su yetişmedi. Askerlerimiz susuz kaldı ve durdu.” Atalarımız yaralıya kurşun atılmaz der. Mustafa Kemal’de Türk soyluluk ve erdemini şu esprisiyle dile getirir: -“Görüyorsunuz ya ben bir şey yapmadım. Önce yorgunluk, sonra susuzluk durdurdu ordunuzu.” Birdwood ayağa kalkar, Mustafa Kemal’i kucaklar: -“Sizin gibi kahraman ve yüksek karakterli bir asker tanımadım.” dedikten sonra krokiyi ve kalemi işaret ederek: -"İzin verir misiniz" der; "bu kroki ve kalemi değerli bir hatıra olarak saklayayım.” Ve saklar. Cenaze törenine gelirken de yanında getirmiştir.  

7 temmuz 1919, erzurum

Erzurum Kongresi günleridir. Bir sabaha karşı saati. Paşa soruyor: - Mazhar, not defterin yanında mı ? - Hayır, Paşam. - Zahmet olacak ama, bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel. Defter gelince : - Bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya (Yiğit) bir de sen bileceksin. Şartım bu... - Emin olabilirsiniz Paşam. - Öyleyse tarih koy ! Kansu, tarihi ve zamanı koydu : 7-8 Temmuz 1919 gecesi, sabaha karşı. - Pekala... Yaz ! Zaferden sonra şekl-i hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bu bir. - İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icabeden muamele yapılacaktır. - Üç: Tesettür kalkacaktır. - Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir. Bu anda, gayr-i ihtiyari kalem elimden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme baktı. Bu, gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşuşuydu. Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim. - Neden durakladın ? - Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var, dedim. Gülerek, - Bunu zaman tayin eder. Sen yaz... dedi. - Beş: Latin hurufu (harfleri) kabul edilecek. - Paşam kafi... Kafi...dedim ve - Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım da üst tarafı yeter ! diyerek defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım... Atatürk, zaman zaman Çankaya sofralarında, Kansu’yu bu notları yazdırdığı zaman, kendisini hayalperest olmakla suçladığını söylemiş, şakalaşmıştı. Ama daha büyük şakaları da oldu. 23-31 Ağustos 1925 arasında Kastamonu’da Şapka İnkılabını (devrimini) ilan etmiş olarak dönüyordu. Ankara’ya avdet ettiği anda otomobille eski meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında oturan Diyanet İşleri Reisinin başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne? Fakat kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanet İşleri Reisine de şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili durdurttu, beni yanına çağırdı ve birden : - Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun? İşte, Atatürk bu idi. Her zaman kendinden ve milletten emin, planlı, programlı. Ne şerefli, Türkiye Cumhuriyetini Kuran Türk Milletine ait olmak ! Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler

28 Eylül 2019 Cumartesi

kucukcekmece, ciftci files kanunu

 "Atatürk, Dinlenmek İçin Gittiği İstanbul’daki Florya Köşkünden, Yanında Yalnızca Şoförü ile Küçükçekmece’ye doğru giderken Tarlasında Sabanla Çift Süren Bir Çiftçi Görür. Çiftçinin Sabanında Koşulu Olan Öküzün Yanında, Koşulu Bir de Merkep Vardır. Şoförüne;
 — Arabayı Durdur, Der. Arabadan İner. Tarlaya Doğru yürür. Çiftçi Kendisine Doğru Geleni Görmüştür. Sabanında Koşulu Olan Öküzü ve Merkebi Durdurur. Atatürk, Yanına Gelince,
 — Kolay Gelsin Ağa, der.
 — Sağolasın Bey! Hoşgeldin.
 — Hoşbulduk Ağa. Yoldan Geçerken Dikkatimi Çekti. Öküzün Yanına Merkep Koşmuşsun. Hiç Öküzün Yanına Merkep Koşulur mu? Bunlar Denk Değil. Köylünün Canı Sıkkındır. Biraz da Alınmıştır. Bezgin Bir Ses Tonuyla,
 — Merkeple Öküzün Yan Yana Koşulmayacağını Bilmiyom mu Sanıyon Bey. Sen Bunu Bana mı Söylüyon?
 — Kime Söylemeliyim Ağa? — Sen Bunu Git Vergi Memuruna Söyle. — Vergi Memuruna mı? — He ya! Bu Sene Ürünüm Kıt Oldu. Vergi Borcumu Ödeyemedim. Dört Gün Önce Vergi Memurları Öküzün Eşini “Vergi Borcunu Karşılar” Diyerek Alıp götürdüler. Sattılar. Benim Öküzün Eşi Sizin Gibi Beylerin Sofrasına Et, Sucuk Oldu Bey. Atatürk, Çok Sinirlenmiştir. Alışkanlığı Gereği Kızdığı Zaman Kaşlarını Çatmaktadır. Onun Bu Halini Gören Köylü, — Bana Niye Kaş Çatıyon Bey. Yalan Söylediğimi mi Sanıyon? Sana Ne Söylediysem Hepsi Doğru. Ben Küçükçekmece Köyündenim.Muhtara Sor İstersen. Atatürk, — Neden Kaymakam Bey’e Gidip Durumu Anlatmadın Ağa? — Gittim Bey. Köylü Duraksamıştır. Bunu Anlayan Atatürk, Devam Eder. — Kaymakam ne dedi? — Git borcunu öde, dedi. — Sen de Vali Bey’in yanına gitseydin. Köylü Atatürk’ü bir müddet süzer. Atatürk, konuşmadan dinlemektedir. Köylü konuşmaya devam eder. — Sen hiç Vali’nin yanına gitmemişsin bey. Halından belli oluyor. — Halimden belli mi oluyor? — He ya! Hem gitseydin bilirdin. — Neyi bilirdim? — Kapıdaki Jandırmaların adamı içeri koymadığını, bey. Atatürk, — Başvekil İsmet Paşa’ya telgraf çekip, durumunu niye izah etmedin?, diye sorar. Köylü gülümseyerek, — İnsanı güldürme bey. Başvekilin kulağı sağır, duymaz diyola, der. Atatürk, kızmıştır. — Peki! Gazi Paşa’ya niye telgraf çekmedin?,diye sorar. — O’nunda bir gözü kör, görmez diyola. Hem, sen zenginsin. Tomofilin bile var. Bunları heç duymadın mı? Atatürk, cüzdanından elli lira çıkarır. — Bunu kabul et ağa. ĎÖküzün yanına bir eş alırsın, der. Elleri titreyen köylünün, elini sıkar. Yanından ayrılır. Hızlı adımlarla arabasına doğru yürür. Florya köşküne döner. Başbakan İsmet Paşa’ya şu telgrafı çeker. —“ Derhal Heyeti Vekileyi (Bakanlar Kurulu’nu) topla, İstanbul’a gel.” Başbakan başkanlığında Bakanlar Kurulu Florya köşküne gelirler. Atatürk, şoförünü köylüyü alıp gelmesi için yollamıştır. Arabanın içinde sıra sıra dizilmiş Jandarmaların arasından Florya Köşküne gelen köylü “Eyvah ben ne yaptım” diye için için dövünmektedir. Kendisini kapıda karşılayan şık giyimli bir beyefendi nazik bir sesle “ beni takip edin efendim” deyince içi biraz ferahlasa da çok korkmuştur. Adamı takip ederek büyük bir toplantı salonuna girerler. Salon kalabalıktır. Ortada büyük bir masa, etrafında sandalyelere oturmuş şık giyimli insanlar ile ayakta duran iki kişi daha vardır. Gözleri karamış, ayakları bedenini taşımakta zorlanmaktadır. Heyecandan kalbi fırlayacak gibidir. Tanıdık bir ses duyar. — Hoşgeldin ağa. Gel yerin burada. Diyen Atatürk, sağ tarafında, yanında ayırdığı boş sandalyeyi eliyle işaret etmektedir. Köylü, zorlanarak yürür ve yığılırcasına sandalyeye oturur. Durumunu anlayan Atatürk, — Sakin ol ağa. Korkacak hiç bir şey yok. — Sağol bey! Sağol. Köylünün soluklanmasını ve rahatlamasını bekleyen Atatürk, bir müddet sonra, — Seni buraya niye çağırdım biliyor musun ağa? — Hayır bey, bilmiyom. — Dün bana anlattıklarını, bu gün burada anlatmanı istiyorum. Ama; bir tek kelimesini dahi atlamadan, eksiksiz olarak anlatmanı istiyorum. Haydi başla, seni dinliyoruz. Köylü başından geçenleri bir bir anlatır. Daha önce söylediklerinin eksik olanlarını Atatürk, tamamlar. Köylünün konuşması bitince Atatürk, masada oturanları tek tek tanıtır. Kendisinin de Gazi olduğunu söyler. Sonra ayağa kalkar. Elini masaya sertçe vurarak, öfkeli bir sesle; — Beyler, ben çiftçinin koşumluk hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tohumluk buğdayını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tarım aletini, sağımlık hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ankara’ya dönecek ve bu işi hemen halledeceksiniz. Bu olaydan sonra aşağıdaki kanun bir gecede hazırlanıp yasalaştırılmıştır. İcra İflas Kanunu Madde 82/4.: Borçlu çiftçi ise, kendisinin ve ailesinin geçimi için zorunlu olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer teferruatı ve tarım aletleri haczedilemez..." #MustafaKemalAtatürk Nusret ÖKER

27 Eylül 2019 Cuma

mayis 1932, sofya

Bu olay 1932 yılı Mayıs başlarında yaşandı.. Başbakan İsmet İnönü Rusya’da görüşmeler yapmış, Bulgaristan üzerinden yurda dönüş yapıyordu.. Yolu üzerindeki Sofya Elçiliğimize uğradı.. İnönü’nün Sofya Büyükelçiliğimize giriş yaptığını öğrenen eli silahlı Bulgar çeteleri elçiliğimizi kuşatmışlar.. İnönü’nün kendilerine teslim edilmesi için tehditler savuruyorlardı.. Türk Hükümeti Bulgar Hükümetine nota vermiş… Ama nota istenen etkiyi yapmamıştı.. Yetkililer durumu Atatürk’e arz ederler.. Atatürk ne karar verecek diye merakla bekleşirken.. Atatürk, güler.. : "Telefonu verin bana.." der.. Donanma Komutanını buldurur ve; “-BAŞBAKANIMIZI ORADAN ALIN VE GELİN..,” der.. İzmit’teki YAVUZ ZIRHLISI derhal Karadeniz’e açılır.. Son sürat Sofya’ya en yakın liman olan Varna önlerine varır.. Limanda havaya doğru yüz bir pare top atışı yapar.. Topların gürültüsünden evlerin tüm camları kırılır… Bulgar yetkililer bir telaş, pür telaş.. Donanma komutanının huzuruna çıkarlar.. “BUYUR KOMUTAN.. EMRET.” derler.. Komutan, Bulgar yetkililere, "İSMET PAŞA'YI ALMAYA GELDİM.." der.. Bulgar hükümeti derhal bir zırhlı tren hazırlar.. Koruma önlemlerini alır, Ve İsmet Paşa'yı Sofya'dan alıp, Varna'ya nakleder.. Varna’da bando, mızıka ve merasim kıtası hazır bekletilmektedir.. İsmet Paşa trenden iner… Bando, mızıka ve merasim kıtası eşliğinde Yavuz zırhlısına uğurlanır.... Komutan kırılan camların parasını öder, İsmet paşayı yurda getirir.. ***
Kaynak: Avni Altıner, "Her Yönüyle Atatürk" s.387-388) https://www.google.com.tr/search?q=Avni+Altıner,+"Her+Yönüyle+Atatürk"&client=opera&hs=fOY&sxsrf=ACYBGNTwwzbN5A6Dkt2Sv6RC0d61gTD8Ag:1569509793769&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwiwo-rN3-7kAhXjxIsKHeZ1AmMQ_AUIESgB&biw=1137&bih=644#imgrc=Q3P9z2QDS-aQWM:

16 Eylül 2019 Pazartesi

1923, Usak, seker fabrikasi

ATATÜRK'ü bekleyen çoktu. Hayati Bey hepsini atlatıp gelen yaşlı köylüyü içeri soktu. Gazi köylüyü ayakta karşıladı. Oturttu;
“Buyur Nuri Efendi.”
“Teşekkür ederim Gazi Paşam.
Ben Uşak’ın Kalfa köyündenim. Babamdan helva ile haşhaş yağı imalathanesi kaldı. Askerliğimi İstanbul’da yaptım. Gözümü, kulağımı açtım, İstanbul’da çok şey öğrendim. Avrupa’dan mektup zarfı içinde pancar tohumu getirttim. Bu tohumları köyümdeki toprağıma ektim. Pancarları rendeleyip kaynattım. Pekmez yaptım. Şeker elde ettim. Onunla köpük helvası imal ettim. Pancardan şeker yapabileceğimize inandım.
Mehmet Hacim Bey’in önderliğinde elli bir kişi birleştik Terakki-yi Ziraat Türk Anonim Şirketi diye bir şirket kurduk. 600 bin lira sermayemiz var.
Paşam! Bize el ver. Şeker fabrikamızı kuralım. Köylü ister pancar yetiştirir, ister fabrikada çalışır. Uşak şenlenir. El verir misin?"
”Cumhurbaşkanı yerinden fırladı, Nuri Efendi’yi sevgiyle, saygıyla kucakladı: “Hepiniz var olun!
Türkiye’yi bu azim, bu istek, bu şevk kurtaracak. Ben seni şimdi bir yaverle Başbakan’a yollayacağım. O da seni belki bir iki bakanla konuşturur. Hepsine bana anlattıklarını iyice anlat. Bir sorun olursa aldırma, bana gel. Kapım her zaman sana açık olacak.”
Nuri Efendi’yi yanaklarından öptü.
Bu heybeli köylü Türkiye’nin ilk şeker fabrikası kurucularından ünlü Nuri

Kaynak: Erhan Aktaş, Atatürk ve Uşak, İstanbul 1981106–108