İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

30 Haziran 2019 Pazar

14 Temmuz 1929, Ankara

Gazi Orman Çiftliği,
Tahsin COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. "Gel Tahsin seni bir yere götüreceğim fikrini almak istiyorum" diyor. Giderler, gösterdiği yere bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek salgını, hayvan leşlerinin olduğu berbat bir arazidir. "Ya paşam hayrola" der. Atatürk, "Buraya bütün masrafı cebimden olmak üzere bir orman çiftliği yapmak istiyorum " der. "Ya paşam buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir ya da zamanınızı, neden bu kadar mümbit topraklar varken gelip de burayı tercih ettiniz?" der. ATATÜRK'ün cevabı ATATÜRK'çedir. Derki "Ben en zor olanı yapayımda siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız." Tahsin ÇOŞKAN "Paşam burada hiçbir şey yetişmez, pek uğraşmayın" der. Atatürk "Tahsin buraya ziraatçıları getir ve incele bana resmi bir yazı getir burasıyla ilgili".
Bir müddet sonra Tahsin COŞKAN üzerinde "Burada hiçbir şey yetişmez" yazılı, altında da ziraatçıların imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal'in önüne koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kalemi alır, bu kağıdın yanına aynen şunları yazar:
"BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERİNE TERK EDEMEYİZ".

28 Haziran 2019 Cuma

21 Kasım 1930, Tokat

ATATÜRK'ün 1930 yılında Kayseri'den başlayan ve Trabzon’a kadar sürecek olan bir yurt gezisinde uğradığı Tokat'ta bir vatandaşın derdini dinlerken, özel fotoğrafçısı olarak tanınan Cemal Işıksel bu anı ölümsüzleştirir.

O dönem Tokat'ın sorunları vardı.
Ellerinde fazla miktarda eskimiş ve yıpranmış tütün bulunan köylüler, ürünlerinin İnhisar İdaresi (Eski TEKEL) tarafından satın alınmasını talep ediyorlardı.
Bir diğer sorun fare zararı idi. O yıl ekinler büyük zarar görmüş, tarla sahipleri ekonomik yönden büyük büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlardır. Resmi makamlardan istenmesine rağmen henüz herhangi bir kimyasal ilaç alamadıklarını söyleyen köylüler, yeni yılda ekecek tohumlarının dahi bulunmadığından şikayet etmişlerdir. Konuyu yakından inceleyen Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, gerekli incelemeler yapıldıktan sonra zarar görenlere gerekli tohumun ve ilaçların gönderilmesi, Ziraat Bankası borçlarının ise yarısının ertelenmesi konusunu hükümete bildirir.
Kimbilir belki bu köylü amca da bu sorunlarını kendisini dikkatle dinleyen ATATÜRK'e anlatıyordu.

25 Haziran 2019 Salı

1919, Ya istiklal ya olum

Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatani ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar.
Biz başarılı olacağız. Buna şüphem yok. Acaba zafere kavuştuğumuz ve memleketi kurtardığımız zaman Osmanlı ricalinin (yöneticilerinin) ileri gelenleri utanmak hissini duyabilecekler mi? Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hakimiyet hakkına, dışarıda temsil hakkımıza, kültürel bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeden böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar! Bu ne hayal ve ne gaflettir! Hayır paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, Ya istiklal ya ölüm var

1933, Ankara, iki Mustafa Kemal

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
1933, Ankara

24 Haziran 2019 Pazartesi

Mayis 1919, Havza

''Sessiz, durgun, başı eğik kalmayınız. Uyanınız! Milli bağımsızlığımızı çiğniyorlar. Haklarınızı savunmak için birleşiniz. Düşmanın karşısına dikiliniz. Sesinizi duyurunuz, bütün dünyaya; ben Türküm, bağımsızlık bana atalarımdan miras kaldı, Onu sana vermem diye haykırınız!''

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

12 Haziran 2019 Çarşamba

Hulusi Samim

Nazilli Tren İstasyonu'nda, treni karşılamak için bekleyen insanların arasındayız.. Ankara'dan gelen trenin son vagonundan inen İsmet İnönü, peronda kendisini karşılayan insanların elini sıkarken, bir çocuk ilişir gözüne.. Beş-altı yaşlarında olan çocuk, elinde testi ve bardakla su satmaktadır. Çocuktan su isteyen İnönü, bardağı teslim ettikten sonra kendisine sorulan bir soruyu yanıtlayıp başını geri çevirdiğinde, çocuğun yerinde olmadığını görür..
İnönü'nün kasabaya gelişinin nedeni, Kurtuluş Savaşı yıllarında Ege dağlarında işgal ordusuna karşı savaşan "Mahmut'un Ali Efe"yi Sultanhisar'daki evinde ziyaret etmektir. Efe'nin evine gelen İnönü'yü bir sürpriz bekler ; Nazilli İstasyonu'nun kalabalığında bir an görünüp kaybolan su satan çocuk orada, Mahmut'un Ali Efe'nin kapısının önünde gülümsemektedir. Efe'nin komşusu Terzi Mustafa Bey'in oğlu olan çocuğa adını sorar İnönü : "Hulusi Samim, efendim."
Hulusi Samim, o anı hayatı boyunca hiç unutmayacaktır... En çok da mutlaka okumasını söyleyen İnönü'nün okul masrafları için kendisine verdiği 100 lirayı..
Nazilli İlkokulu'nu bitiren Hulusi Samim, girdiği öğretmen okulu sınavlarında Türkiye birincisi olur. Ne var ki babasının maddi gücü yoktur. Terzi olduğu için "Kesim" soyadını alan babası Mustafa Bey'in bir meslektaşı girer devreye ve Hulusi Samim onun katkısıyla Ortaklar Öğretmen Okulu'na kaydedilir.. 1961 yılında, arkadaşlarına her hafta evlerinden zarf içinde gelen harçlıklar dağıtılırken, böyle bir anı hiç yaşamamış olmanın hüznüyle mezun olur okuldan.. Önce Aydın, Atça ilçesi, Kılavuzlar Köyü ilkokulunda görev alır. Ardından Diyarbakır Kayagediği köyüne atanır. Öğretmenlikteki başarısı öne çıkınca, MEB'nın Halk Eğitim Müdürlüğü'nde görev almak üzere Ankara'ya davet edilir. Bunu fırsat bilerek, Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi'ne kayıt yaptırır..
Memuriyeti ve öğrenciliği nedeniyle yoğun çalışma temposu içinde bir yandan da ders kitapları kaleme alır.. İlkokul ve ortaokulda okutulan "Sosyal Bilgiler" ve "İnkılap Tarihi" kitaplarının kapağında onun adı Samim Kesim yazmaktadır artık..  Özel yayınevleri kendileriyle çalışması için teklif üstüne teklif yapar. O, hiç tereddüt etmeden şu yanıtı verir : "Beni devlet okuttu.Eğitim hayatımı devletin bursu sayesinde tamamladım. Yazdığım kitaplardan telif alamam.."
Kız meslek liselerine alınacak dikiş makineleri için görevlendirilir.. Açılan ihaleyi kazanan firma temsilcisi Hulusi Samim Bey'e ev adresini vermesini ister. "Neden ?" Niye sorduğunda, hediye olarak o yıllarda çok zor satın alınan bir televizyon gönderecekleri yanıtını alır. O an, elindeki tüm belgeleri yırtar ve ihalenin iptal edildiğini söyler..
Gazi Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümünde öğrenci olan kızı Feray, bardaktan boşanırcasına yağmurun yağdığı bir akşam vakti okuldan çıkar.. Önünden geçen arabaların yağmur sularını üstüne sıçratması yetmediği gibi, belediye otobüsü de durağa gelmekte gecikmiştir. Babasının arabasının geldiğini görünce rahat bir nefes alır.. Sıkıntısı sona erecek, ıslanmak bir yana, soğuk kış günü üşümekten de kurtulacaktır. Otobüs durağına yanaşan araba yavaşlayarak durur ve arka camı usulca aşağı doğru açılır. Pencerede bir şemsiye görünür !.. Şemsiyeyi uzatan Samim Bey, "Al kızım," diye seslenir, sonra da camı kapanan araba uzaklaşır duraktan..
Eve uzun bir süre sonra, sırılsıklam dönen Feray, masasına oturmuş yazdığı yeni ders kitabı için çalışmakta olan babasına dargın ve kızgın bir dille seslenir : "Baba, ne yaptın sen bu akşam ?"
"-Ne yaptım kızım ?"
"Yağmur altında ıslandığımı gördüğün hâlde beni arabana almadın.."
"-O araba benim değil ki kızım, devletin.. Benim olan şemsiyeydi ve yağmurdan korunman için onu sana verdim !"
(SUNAY AKIN)Not Defterimden

5 Haziran 2019 Çarşamba

31 Temmuz 1920, Afyon

Efendiler!
Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yok. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle İle mülahaza etmekle yetineceğim.
Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını İmhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atfetme borçlu değildir. Hiç kimse kimseye hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiat en yaratılıştan mevcut olan bu hak milletlerce kuvvede mücadele İle mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet mahkûm ve esir vazıyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.
Dünyada hayat için insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.

Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı bağımsızlığı takdir eden milletin kuvvetin lüzumuna olan vicdanı imadır
İngilizler milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı cephanelerimizi bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek milleti bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.
Her halde ordu düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.
Bu hakikat karsısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim İle karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine hakiki İmanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır.
Dolayısıyla kuvvetin ordunun vücudu İçin lazım olduğunu söylediğim kaynak ki milletin vicdanı imanıdır mevcuttur. Ordu ise arkadaşlar ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat felsefi hakikattir; "ordunun ruhu subaylardır." O halde subaylarımız düşmanlarımız tarafından yıkılmak İstenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.
Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebalı subaylara ait olacaktır. Subaylar izah ettiğim yüce mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve fesaretleriyle giriştiğimiz Bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. Onları aşağılar ve hor görürler.
Hayatında bir an olsa hile subaylık yapmış subaylık izzetinefsini şerefini duymuş ölümü küçümsemiş bir insan hayatta iken düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü hu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak İçin bir çaresi vardır. Şercimi korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği o şerefi ayaklar altına atmaktır.
Dolayısıyla subay için "ya istiklâl. ya ölüm" vardır Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!”

1931, Muazzez Cakmak


Yıl 1931.. Mareşal Fevzi Çakmak'ın kızı Muazzez'in düğününe katıldı. Evlilik hediyesi olarak 10.000 lira verdi. O dönemde 10 bin lira ne ifade ediyordu derseniz, sıfır kilometre otomobil bin liraydı !.

Düğünlerde daima hatıra mahiyetinde makul hediyeler veren Mustafa Kemal'in bu defa neden böylesine yüksek bir para verdiğine kimse akıl sır erdiremedi.. Sadece Fevzi çakmak bunu anlamını kavramıştı.

Muazzez ciğerlerinden hastaydı, yurtdışında uzun süreli tedavi görmesi gerekiyordu, Fevzi Çakmak'ın bu masrafın altından kalkabilmesi mümkün değildi, damadından maddi yardım istemesi de mümkün değildi. Bu hayati önem taşıyan açmazın farkında olan Mustafa Kemal, düğün takısıymış gibi, gayet zarif bir yöntemle tedavi parasını vermişti. Doğrudan Mareşal'e vermeye kalksa, kabul etmeyeceğini biliyordu.

Fevzi Çakmak bu hatırasını yıllar sonra gözyaşlarıyla anlatacaktı. Çünkü Muazzez, maalesef kurtarılamadı