İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

20 Ekim 2010 Çarşamba

Türkiye'nin AÇIK PAZAR haline getirilmesi: Yerel Kaynakların Yabancılaştırılması



Yerel güçleri korumak adına, teknolojik araç ithalatını engellemek için ticaret yasakları koyan devletlerin pazar ekonomisinden uzaklaşarak gelişmek bir yana rekabet güçlerini kaybedip geri kaldıklarını görüyoruz. O takdirde teknoloji sömürgeleşmesini durdurmanın ön koşulu ARGE harcamaları olmalı, dışarıya akıtılan kaynaklardan ziyade. Başka bir değişle, dış teknolojilere aktarılan her liradan çok içerde araştırma ve geliştirmeye harcanmayan her lira bence bizi sömürgeleştirmeye itiyor. Her ne kadar aynı şeyin farklı ifadeleri gibi dursalarda bence iki tanım arasında oldukça fark var. Farkı en kısa şöyle açıklayabilirim, ortaya çıkan kötü tablo yapılan yanlış yapılan bir takım eylemlerden değil yapılmayan bir takım doğru eylemsizliklerden kaynaklanıyor, zira yanlış eylemlerin önüne geçilmesi doğru eylemi tek başına başlatmaya yeterli değilken, doğru eylemin başlatılması genellikle tekrar eden yanlış eylemin sonlandırılmasıyla sonuçlanıyor.

Şairliği bırakıp eylemlerden bahsetmek gerekirse… Burdan oturduğum yerden, avrupanın en büyük gücü Almanya’nın NASIL makro ve mikro ölçekte nitelikli işgücünü kontrol etmek suretiyle ARGE lerini arttırdıklarını ve rekabet gücü yaratıp bunu koruduklarını çok rahat görebiliyorum. Banu Hocam bu süreci Amerika için yöneten insanların başında geliyor. Ama benim için, son bir ay içersinde Alman Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Koalisyon partisinin başkanının nitelikli iş gücünü çekmek için yırtınırken ülkenin sosyal sistemine ve dolayısıyla geleceğini yük olduğunu düşündükleri kısmı ittiklerini, kovduklarını görmek ibret verici bir tabloydu. Makro ölçekte bunlar olurken, mikro ölçekte geri kalmış ülkelerin adı sanı duyulmamış üniversitelerinde imkansızlıklar içersinde kıvranan genç beyinlerin Almanya ya nasıl çok cuzzi ücretlerle gelebilmek için yarıştıklarını görmek de aynı derecede imrediğim bir tablo oldu. Bu beyinlerin katkıları bitince veya işe yaramadıkları anlaşılınca nasıl sistemden çıkartıldıkları ve sistemin bu döngü üzerine kurularak nasıl bireyleri yaşamak için keşfetmeye ittiğini görmek de…

Ülkeme baktığımda ise bambaşka iki dinamiğin arasında kaldığını görüyorum. Türkiye Çinden sonra son 30 yılda en fazla büyüyen ülke. Sadece gelişmekte olan diğer 6 ekonominden nufusu oldukça az olduğu için de 2050 yılında dünyanın en büyük 7. Ekonomisi olacak durdurulamaz bir dinamikliğe sahip. Öte yandan maalesef bunun herkes farkında ve gerek durdurmak için (bundan çok endişe duymuyorum) gerekse mümkün olduğunca faydalanmak için bu dinamikliğin temeline zarar verecek ULUSLAR ARASI bireysel ve kurumsal çıkar çarkları acımasızca işlemekte. 1923-2001 yılları arasında bu halk tarafından sıfırdan kurulan kurumların birçoğu artık bu halka ait değilken Duyuni Umumiyedeki gibi halk bu kurumlara mahkum. Ellerimizle kurduğumuz cumhuriyetimizin şirketleri artık halka hizmet etmiyor ama halktan topladıkları kaynakları dış pazarlara aktarıyor. Bu noktada yazının başına dönüyorum, artık sadece SONY kullanıp Mercedes’e bindiğinde değil, Türk Telekom’la konuşup Migros’tan alışveriş yaptığında da aynı derecede sömürgeleştiriliyorsun.

Sevgili dostlarım, milli kaynakların (limanlar, yer altı kaynakları, devlet teşkilatları dahil) nerdeyse karşılıksız olarak özelleştirildiği Türkiye ölçeğinde başka bir gelişmiş ya da gelişmekte olan bir ülke yok. Bu süreç o kadar kayıtsız şartsız gerçekleştirilmekte ki, yeri geldi dünyada sayılı stratejik kaynaklarımızı yok pahasına, kendi gelirleriyle satıcının cebinden kuruş çıkmadan kısa zamanda ödeyecek şekilde devrettik. Durumun vehametinin farkında olduğunuzu düşündüğüm için daha fazla dramatize etmeyeceğim. Yalnız son zamanlarda Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş büyüklükde projelere imza atıldığının dikkatinizi çekerim: körfez köprüsü, tüp geçit ve nükleer santral gibi… Bu projelerde de asıl teknolojik kısımın yapımını yabancılar üstlenerek yap işlet devret modeliyle tekamülü olmayan kaynakları fahiş paralara işletme haklarını uzun yıllar için (20 yıldan fazla) devlet garantisiyle alıyorlar.

Şu an için sahiplenmedeki değişim büyümeyi tehdit etmiyor zira ele geçiren güçlerin ülkeyi çökertmek umurlarında değil, ardında tüketim olduğu sürece. Kısaca kar odaklılar. Sadece dışa bağımlı bir hale getirmek istiyorlar ki bunu da hemen hemen tamamen başardıklarını görüyorum. Bu amaçlarının arkasında yatan etken sebep ise Türkiyenin rekabet gücünün yok edilmesi. Burada kasıt üretimde ve tüketimde rekabet gücünün yok edilmesi değildir zira yabancı firmalar tarafından ülkemizde üretilen ürünlerin dış ve iç pazara sürülmesi zaten esas amaçtır. Yok edilmeye çalışılan rekabet gücü teknoloji geliştirmedeki rekabet gücüdür. Çünkü teknoloji geliştirildiği zaman o teknolojinin aidiyeti de o ülkenin oluyor. İşte yerel kaynaklar satılarak ARGEye gidecek her liranın önüne böylece ket çekiliyor. Diğer bir deyişle ülkemiz AÇIK PAZAR haline geliyor... Nitekim 100 milyarlarca dolarlık altın, bor, bakır vs. kaynakları bulunan bir ülke bunları işletip eğitimi destekleyecekken %0.5 maden vergisi alarak bunu nasıl başarabilir???

İşte Avrupa’nın en güçlü devleti Almanya bu süreci dikkatle yönetirken bizim varolan değerlerimizi elden çıkarmamız beni canımdan çok sevdiğim ülkem hakkında uzun zamandır en fazla endişelendiren konu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder